top of page

Dünyaya Açılan Yolculuk, Türkiye’ye Dönen Güç

Münih Teknik Üniversitesi (TUM) Kürsü Profesörü ve Helikopter Teknolojileri Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. İlkay Yavrucuk, Stuttgart’ta başlayan yolculuğunu ODTÜ, Georgia Tech, TAI ve kendi girişimi Aerotim ile şekillendirdi. Hem akademide hem girişimcilikte iz bırakan Yavrucuk, beyin göçünü kayıp değil, doğru ortam sağlandığında Türkiye için büyük bir kazanca dönüştürülebilecek bir süreç olarak görüyor.
ree

Stuttgart’ta doğdu, Türkiye’nin ve dünyanın en iyi okullarında yetişti. ODTÜ’de başlayan yolculuğu onu Georgia Tech’te yüksek lisans ve doktoraya, TAI’de milli projelere ve kendi girişimi Aerotim’e taşıdı. Bugün Münih Teknik Üniversitesi’nde (TUM) Kürsü Profesörü ve Helikopter Teknolojileri Enstitüsü Başkanı olarak çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. İlkay Yavrucuk, akademisyen, girişimci ve danışman kimlikleriyle ilham veren bir kıvılcım. Bi’ Dünya Kıvılcım Derneği’nin danışma kurulu üyesi olarak da gençlere yol gösteren Yavrucuk, yurt dışı tecrübesini “eşsiz bir kazanç” olarak tanımlıyor; fakat uyarıyor: “Asıl mesele, Türkiye’nin dönen insanların tecrübelerinden faydalanabileceği ortamı hazırlaması.”


Almanya’da doğdunuz. Çocukken Türk olduğunuz için zorlandığınız oldu mu?

Dışarıdan gören birisi beni Alman çocuklarından ayıramıyordu. Almancam çok iyiydi, tabi Türkçem bozuktu. Hemen hemen tüm arkadaşlarım Almandı. Ta ki ismimi söyleyene kadar ben de onlardan biriydim. İsmimi duyunca Alman değil yabancı olduğum anlaşılıyordu. Türk olduğumu söyleyince de hafif bir rahatsızlık oluyordu. 80’li yıllardı, dolayısı ile Türklerin çok istenmediği, “Türkler dışarı” diye duvarlara yazıldığı bir dönemdi. Fakat okulda öğretmenlerim tarafından hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadım. Sadece çocuklar arasında vardı.


ADAPTASYON YETENEĞİ ÖNEMLİ


Peki genç yaşta Türkiye’ye döndüğünüzde neler yaşadınız?

Türkiye’de hemen göze batıyordum. Türkçem biraz bozuktu. Tam olarak uyum sağlamam 2 sene kadar sürdü. Ortaokul 3. sınıfta entegre olmuş, aksanım kalmamıştı. Ankara Anadolu Lisesi’ne gittim çünkü Almanca biliyordum. İyi bir öğrenciydim. Anladım ki adaptasyon yeteneği çok önemli. Müfredat da çok farklıydı tabii. İnkılap tarihi, Türkçe, coğrafya, dersler Almanya’dakinden çok farklı. Başta epey zorlandım. Düşünün spor ve resim dersleri bile çok farklıydı. Örneğin resim derslerinde Almanya’da gündelik hayatta gördüğümüz şeyler çizilirdi, itfaiye arabası gibi. Bu Türkiye’de farklıydı. 16 yaşıma geldiğimde hangi alanı seçeceğimi pek bilmiyordum. Matematik, fizik, kimya derslerim iyiydi. Analitik becerim iyiydi. Dolayısı ile sayısal bir bölüme gideceğim aşikardı. Tıp okumayı da düşünmüştüm. Fakat ODTÜ Havacılık-Uzay Mühendisliği bölümünde o zaman bölüm başkanı olan Cahit Çıray Hocanın etkisi çok oldu. Kendisi bizim apartmanda oturuyordu. Havacılığın geleceğinin çok parlak olacağını söylemişti bana. Yıl 1990. Ailem de çok karışmadı. Bunun üzerine bu alana heyecan duyup ODTÜ Havacılık ve Uzay Mühendisliği bölümüne girdim. Bölüm hocalarıyla geçtiğimiz haftalarda görüşme fırsatı buldum. Bu bölümün bu yıl ODTÜ’de 3. sıraya geldiğini söylediler. İTÜ’de de benzer bir yükseliş var. Yani Cahit Hoca’nın öngörüsü gerçekleşmişti.


Siz okurken Türkiye’de Havacılık endüstrisi ne durumdaydı? Yurt dışına çıkışınızda etkisi oldu mu?

Ben okurken TAI’de F-16 üretiliyordu. Havacılık Mühendisi olarak yapabileceğiniz iş çok sınırlıydı. Endüstri üretim odaklıydı. Aselsan, Roketsan’da da benzer bir durum vardı. Ar-Ge çok sınırlıydı. TAI’de staj yapmıştım. F-16 üretimini gezdim. Staj raporu yazdım. Notlarımda, Türkiye’nin muhakkak kendi tasarımını yapması gerekir diye yazdığımı hatırlıyorum. Aklın yolu bir, sonra Türkiye’deki çalışmalar oraya evrildi. Mezuniyetim sonrasında 1995’te asistan oldum. Asistan olmak o zaman değerliydi. Bir yıl sonra Amerika'da Georgia Tech Üniversitesi’ne yüksek lisans burs ilanı çıktı. Çok iyi bir şanstı. Tabii bundan faydalanabilmek için önce Georgia Tech üniversitesinden kabul almamız gerekiyordu. Sonra burs çıkıyordu. Ben de kabul edildim. Master sonrası 6 ay Sikorsky helikopter fabrikasında çalıştım. Sonra Türkiye’ye döndüm. İş anlamında yine imkanlar sınırlıydı. Yeniden Georgia Tech ile konuştum. Doktora için proje paraları vardı ve yüksek lisanstan beni tanıdıkları için doktoraya hemen çağırdılar. Georgia Tech tarihsel olarak helikopter konusunda araştırmaları kuvvetli bir üniversiteydi. Yüksek lisansımda da bu alanda çalıştığım için doktoramda da benzer alanda kaldım ve uçuş mekaniği, kontrol odaklı çalıştım. Buna yönelmemin bir sebebi de bu alana Türkiye’de o yıllarda ihtiyaç duyulmasıydı. O dönemde Amerika’da kalırım düşüncesinde değildim ve Türkiye’de eksik olan konulara odaklanıyordum. Doktora sonrası (post-doc) çalışmalarım sırasında da İTÜ’de o dönem yürütülen ARI Kopter projesine Georgia Tech’teki hocamın vesilesiyle destek veriyordum. Bu, İTÜ’ye ve Ankara’ya sıklıkla gidip çalışma fırsatı olmuştu.


ABD DİRAYETLİ OLMAYI ÖĞRETTİ


ABD öğrenim süreciniz size neler kattı?

1996 yılında internet kullanımının sınırlı olduğu, cep telefonların daha kullanılmadığı, ülkeler arası iletişimin kısıtlı olduğu bir dönemde oldukça uzağa iki bavulla 23 yaşında gittim. En kıymetlisi kendi ayaklarının üzerinde durmayı, yabancı bir ülkeye uyum sağlamayı, kendini ispat etmeyi öğreniyorsun. Başarısız olup dönmek bir seçenek değildi. Dirayetli olmayı öğreniyorsun. Üniversite bayağı farklıydı ve orada toplamda 9 sene geçirdim. Yurtdışında 5 yıl sonra bunları içselleştiriyorsun. Tabii kişisel çaba da çok önemli. İnsansız Hava Araçları, kontrol, helikopter alanlarına odaklanmıştım. Amerika’daki akademi ve endüstriden çok şey öğrenmiştim. Türkiye’ye dönünce hepsini derslerime yansıtmaya çalıştım. Üniversite-sanayi işbirliği Türkiye’de hep çok konuşulur. ABD’de bunun nasıl uygulandığını gördüm. Birincisi projelerin hemen hepsi endüstri ile ilişkiliydi. Devletten gelen proje neredeyse yoktu. İkincisi ise hocaların birçoğunun kendi şirketi vardı. Zaman zaman öğrencileri ile de şirketleri üzerinden iş yapıyorlardı. Bir hocanın bir taraftan üniversitede ders veriyor, şirketlerle araştırma yapıyor, bir taraftan da kendi şirketi üzerinden know-how satabiliyor olmasından çok etkilendim. 2005’te Türkiye’ye döndüğümde şirket kurma fikrim bu şekilde oluştu.


ree

ABD’de öğrencilik yıllarınızda sosyal hayatınız nasıldı?

Enerjisi yüksek sosyal bir insandım. Türlü hobiler ve meraklar geliştirdim. Örneğin paten kaymayı çok seviyordum. Her yere patenle gidip geliyordum. Müzik grupları kurduk. Otantik müzikler çaldık, bazen batı tarzı çaldık. Her tarzın ayrı bir müşterisi vardı Küçük bir işletme gibiydik. Bu süreçler benim için çok öğreticiydi. Pazarlık nasıl yapılır, sözleşme nasıl imzalanır ufak ufak bunları öğrendim. Ayrıca merakımdan doktoramın son 2 yılında işletme bölümünden dersler de aldım. Sertifika programlarından faydalandım. Örneğin girişimcilik sertifikam var. Bu dersler gözümü çok açtı. İş planı nasıl yapılır, finans nedir, hangi şirketler başarılı olur gibi. Bir de o yıllarda Amerika çok özgürdü. Sosyal baskıların olmadığı bir ortamdı. Türkiye’de tecrübe edemeyeceğim dünyaları gözlemleme fırsatım oldu.


Doktora sonrası planınız neydi? Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdiniz?

Aklımda sürekli Türkiye’ye faydalı olmak vardı. Dolayısı ile bir şekilde dönecektim. İkinci sebep, Amerika’da bizim alanlarda çalışan bir Türk için bazı kısıtlar vardı. Her yerde çalışamıyordunuz, her yere giremiyordunuz vb. Türkiye’de tüm bu tür kısıtlamalar ortadan kalkacaktı. O büyük bir rahatlık getirdi ve çok yol açtı. Üçüncü olarak da 2005’te Türkiye bizim alanların gelişimi için iyi görünüyordu. Savunma Sanayi Müsteşarlığı da çok iyi çalışıyordu. Herkesin havacılık ve savunmayı büyütmek ve millileştirmek gibi bir hevesi vardı. Benim için de motivasyon zaten fayda yaratmaktı. Bu itici güçlerle 2005’te Türkiye’ye döndüm. ODTÜ’de yardımcı doçentlik atamam hemen yapılmadı; 2 yıl gecikmişti. Ancak buna rağmen, hem dersler veriyor, projeler yapıyor, öğrenci yetiştiriyordum. Aynı zamanda, o süreçte hep aklımda olan kendi şirketimi kurma işine giriştim.


YERLİ HELİKOPTERDE KİLİT ROL

ODTÜ’de öğretim üyesi iken bir yandan Aerotim girişimini kurdunuz. Nasıl karşılandınız?

ABD’deki model bana çok çekici gelmişti. Üniversite de bunlar için çok uygun bir yerdi. Babam anlatırdı. Alman kültüründe de varmış. Kendi zamanında hocasının mimarlık firması olduğunu anlatırdı. O yıllarda Türkiye’de teknokentler vardı ama yeni gelen bir hocanın 2 yıl içinde şirket kurması pek alışıldık değildi, doğrusu hoş da karşılanmıyordu. Ben hep aklımda olduğu üzere hemen şirket kurdum. Türkiye’de savunma ve havacılığın her alanında danışmanlık yapmaya başlamıştım. Nerede faydam olabiliyorsa oraya gidiyordum. Tüm zamanımı ve enerjimi öğrendiklerimi aktarabilmeye odaklanmıştım. Bir süre sonra danışmanlık iş paketleri büyümeye başladı. Öğrencilerimden destek almaya başladım. Havelsan’da simülatör işi vardı örneğin. Ben ve birkaç öğrencim gidip destek veriyorduk. O dönem bu modelde öğrencilere para vermekte zorlandım. Bunun için ODTÜ Teknokent ile görüşüp KOSGEB’e gittim ve ODTÜ Teknokent içinde Aerotim isimli şirketi kurduk. Bu sayede çeşitli iş paketlerine daha fazla kişi dahil edebildim. Verebildiğim hizmetin şekli ve hacmi değişti. İlk başta servis veren bir şirket idi Aerotim. Aerodinamik modeller, özellikle helikopter modelleri, pilot eğitimi için simülatör yazılımları vb. hizmetler sunduk. Bir süre sonra ATAK helikopterinin aerodinamik modelinin yapılması gerekti. Yerli yapılması isteniyordu. Havelsan’a biz Aerotim ekibi olarak anahtar rol oynadık. Daha sonra yurt dışından benzer istekler oldu. Avrupa’daki simülatör firmaları benzer şekilde aerodinamik modeller istediler. Örneğin Airbus helikopterlerinin aerodinamik modellerini otopilotlarını ODTÜ Teknokent’te geliştirip Alman Simülatör firmaları üzerinden Almanya, Norveç, Finlandiya’ya sattık. Profesyonel yaşantımdaki bir diğer önemli dönem, 7. yıl iznini TAI’de çalışarak kullanmam oldu. GÖKBEY helikopterinin proje müdürü olarak başladım. Proje kurgusunu, anlaşmasını yaptık, ilk grubu kurduk. O zaman ABD’den alanında yetkin arkadaşlarımı çağırdım. Geldiler, bazıları hala TAI’de. Yine aynı dönemde offset Ar-Ge payının üniversitelere aktarılması gerektiğini SSM’ye ve TAI’ye önermiştim. Zorlanmıştım ama kabul edildi. TAI’deki Döner Kanat Teknoloji Merkezi bu modele dayanır. Ar-Ge payının üniversitelerde kullanılmasını formülize etmekte epey katkım oldu. Bu sayede, helikopter teknolojileri alanında birçok öğrenci yüksek lisans, doktora yaptı.

Münih Teknik Üniversitesi’ne geçiş süreciniz nasıl oldu?

Aerotim’in işleri Türkiye’de çok azalmıştı. Savunma sektöründeki etkim de açıkçası azalmaya başlamıştı. Belki ihtiyaç kalmamıştı, belki politikalar değişmişti; bilemiyorum. Firmam Avrupa’ya yoğun olarak çalışmaya devam ediyordu. O sırada Münih Teknik Üniversitesi helikopter kürsüsü için profesör arıyordu. Ben açıkçası bana sıra gelmez diye düşünmüştüm. Ama birkaç kanaldan teklif gelince başvurdum. Onların hoca alma süreçleri biraz uzun sürüyor. Yaklaşık 1 yıl sürdü. Sunumlar yaptım, mülakatlar verdim, vs. Ardından 1. adayımız sensin dediler ve üniversitenin rektörü ile bir görüşmem oldu. Görüşme çok iyi geçmişti, istediğim her şeyi vermeyi vadettiler. Teklife hayır diyemedim. Türkiye’deki etkim de azaldığından bu kararı aldım. Tabii tek özlediğim şey ODTÜ’deki öğrenciler. Onlara ders vermek büyük keyifti. Fakat gerçekçi olmak lazım, Türkiye’de gelebileceğim yere gelmiştim. 17 yıl Türkiye’de kaldım. Her dönem en az 2 ders açtım. 4000’e yakın öğrenciye ders vermişim. Savunma sanayiinde çalışan ODTÜ mezunu öğrencilerinin birçoğunun dersine girmişimdir. 17 yıl ODTÜ’den sonra dünyanın bu tarafını görmüş oldum. Avrupa Amerika’dan da farklı. Onu tecrübe etmek de ilginç oldu. Kendi tecrübemi ilgi duyanlarla paylaşmak anlamında değerli buluyorum. Uzun ve farklı bir yolculuktan geliyorum. İnsanların merak ettiği birçok soruya objektif yanıtlar verebilecek kişilerden birisiyim. Türkiye’yi ve yurt dışını, akademide olmayı, endüstride olmayı, girişimci olmayı tecrübe ettim, iyi tanıyorum. İnsanların danışabildiği birisi oldum. O beni mutlu ediyor.

Almanya’da Stuttgart’ta doğmuş olmanız ve bugün yıllar sonra TUM’da Profesör olmanız arasında nasıl bir bağ görüyorsunuz?

Annem, senin göbeğin orada atıldı ondan böyle oldu diyor. Aslında profesyonel hayat için Almanya’ya gitmeyi düşünmemiştim. Yıllar sonra doğduğum ülkeye dönmek ve çalışmak değişik hisler yaşatıyor. Almanya’da büyüyen bir çocuğun hisleri ile büyüdüm. Aidiyetimi sorguladığım anlar oluyor. Ama bence lise ve üniversite insanın aidiyetini belirlemesinde çok etkili oluyor. Kendimi Türkiye’ye ait hissediyorum, aksini hayal edemiyorum. 


Almanya’da gördüğünüz üniversite-sanayi-kamu işbirliği modelini biraz anlatır mısınız?

TUM bir devlet üniversitesi, başvuran hemen herkesi eğer kriterleri uygunsa alıp eğitim veriyor. Kürsülere doğrudan üniversiteden akan para sınırlı. Fakat paranın büyük kısmı firmalarla yapılan ve yine de çoğu devlet destekli projelerden geliyor. Devlet bir bütçe açıyor, belirlenen konulara proje yazabiliyorsunuz. Havacılık gibi alanlarda bir hatta birkaç firma ile bir proje verilmesi isteniyor. Şirketler de proje önerilerinde yanlarına üniversite ya da araştırma merkezi istiyorlar ki projeleri kabul edilebilsin. Paranın kaynağı özünde devlet, ancak sanayiye faydalı konular araştırılmış oluyor. Bazen biz fikrimizi şirketlere götürüyoruz, bazen onlar bize geliyor. TUM Almanya’nın hatta Avrupa Topluluğunun en iyi üniversitesi. Doğal olarak TUM’un dahil olması projenin değerini arttırıyor. Burada proje bulmakta zorlanmıyoruz, şirketler çok pozitifler. Almanya’da hala kürsü sistemi var. Kürsünün bir Profesörü oluyor. Helikopter teknolojileri kürsüsünün Profesörü benim örneğin. Bölüm başkanı, dekan vb. roller var ama onlar hiyerarşik yapının parçası değil. Kürsüler tamamen bağımsız. Öyle olunca araştırmalarımda ve kürsü işleyişinde bağımsızım. Bilim de özgür ortamlarda yapılır zaten. Doğrusu, bilim ve araştırma yapabilmek biraz lüks bir iş. Önce merak edeceksin, bir fikrin oluşacak, para bulacaksın vs. Bu fikirlerin oluşabilmesi için insanın ekonomik olarak rahat olması gerekir. Aksi halde zihnin bu konuları öncelemesi, merak etmesi zor oluyor. Ayrıca, zihnin özgür kalması lazım ki, yeni fikirler üretebilsin. Dolayısı ile Almanya’da gözlemlemediğim farklar araştırmanın özgür olması ve akademisyenin kendini rahat, emin ve güvende hissetmesi. O zaman yeni fikirlerin oluşması ve peşine düşülmesi mümkün oluyor.

Almanya ile Türkiye’yi kıyasladığımızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

TUM’da öğretim üyesini alınırken çok ince eleyip sık dokunuyor. Profesör pozisyonu açıyoruz, 100 kişi başvuruyor. Çekici pozisyonlara çok başvuru oluyor. Bir akademisyen kendisine benzeyen akademisyenler ile bir arada olmak ister. Dolayısı iyi akademisyen kadrosu, iyi akademisyen kadrolarını doğuruyor. Bu kadar başarılı akademisyeni bir araya topladıktan sonra da bu insanlara güvenmek ve gerekli değeri vermek gerekiyor. Akademisyen, keşke endüstriye gitseydim, ne çok para kazanılıyor dememeli. Böyle denirse bilime sıra gelmez. Amerika’da da böyleydi. Georgia Tech havacılık mühendisliği bölümleri sıralamasında ilk 5’te. Peki nasıl oluyor? İnsanları ile oluyor. Başarı için 1-Alanında başarılı insanları toplayacaksın. 2- özgür bırakacaksın. Bilimde politika olmaz. Biz Helikopter uçurmaya çalışıyoruz mesela. Bunun günlük politikalar ile ne alakası var? Almanya’da bunu hiç hissetmiyorum, görmüyorum. Toplumun da bilimi ve bilim adamını içselleştirmesi gerekiyor. Örneğin bir profesörün toplumdaki değeri nedir?.. Sözü ne kadar önemlidir? Türkiye’de akademinin maaşları düşüktür mesela. Kimse de bundan rahatsız değildir.

Türkiye’deki eksikler nasıl giderilebilir?

Mikro düzeyde yapılanların çok faydalı olacağını düşünmüyorum. Örneğin bir firma kurulsa, ben gitsem danışmanlık yapsam etkisi az olur. Sistemin yeniden kurulması gerekiyor. Toplumun algısı dedim ya toplumun sistemi değiştirmesi lazım. Sistemin tekrar kurulması esnasında anlatmak isteyeceğim şeyler olur. Bu çok kıymetli olurdu. Üniversite-sanayi iş birliklerinin kurulmasında mutlaka katkım olacaktır. Genç insanların eğitilmesini hala çok önemsiyorum. Çünkü ben de oradan geldim. Hayatım boyunda devlet okullarında okudum. Böyle bir eğitim sistemi olmasaydı ben bunları yapamazdım. O zaman da eğitim sistemi harika değildi. Ama çok istekli, çok motive, çok meraklı bir öğrenciydim. Ben sınıfa girdiğimde, öğrencileri gördüğümde, sanki kendimi görüyorum. Empati kuruyorum. Öğrencileri kaliteli Hocalar ile buluşturmak, onlara heyecan verici yollar çizmek, bu sistemleri yaratmak çok önemli.

Bunların hepsinin yanı sıra Bi’ Dünya Kıvılcım derneğinin de danışma kurulu üyesisiniz. Türkiye’de yetişip yurt dışında kariyerine devam eden bir “kıvılcım” olarak sayısı her geçen gün artan yurt dışına çıkış (beyin göçü) ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Herkesin yurt dışı tecrübesi olması gerektiğini düşünüyorum. Kariyerleri ve hayat tecrübeleri için çok önemli. Türkiye’den ayrılma sebebimiz hoşumuza gitmeyen şeylerse onları düzeltmeye çalışmalıyız. Sebebi her neyse, herkesin bir gün dönmesi gerektiğini düşünüyor ve öneriyorum. Buradaki kritik nokta dönüldüğünde Türkiye’nin bu kişilerden faydalanabilir durumda olması gerekir. İnsanlar elbet döner, ama aradıklarını bulamazlarsa yine giderler. Döndüklerinde, faydalı olmak isterler, pasifize olmadan makul bir hayat sürmek isterler. Türkiye’nin bu insanlardan bir fayda sağlayabilmesi için onların verebileceklerini kullanabilecek yetkinlikte insanların karşılarında olması gerekir. Eğer doğru ortamlar olur ise yurt dışındaki insanlar döner. Bu durumda Türkiye’ye büyük katılarının olacağına eminim. Düşünsenize, bu kadar insan çıkmış, büyük bir tecrübe ile dönüyorlar. Umarım öyle ortamlar olur ki geri dönerler. O ortamların hazır olması için uğraşmak gerekiyor. Yurt dışının çok katkısı var ama bir bedel de ödeniyor. Aileden, dostlardan uzak kalmak, Türkçe konuşamamak ya da az konuşmak bir bedel. Türkiye’ye yeterince faydalı olamamak da bir bedel. Gençleri arkada bırakmak bir bedel. Yurt dışına çıkarken bunu iyi dengelemek lazım. Bu denge kurulabilirse herkes için çok iyi olur. Ben bunu sağlayabilmek için sık sık Türkiye’ye gidiyorum. Yurt dışında da Türklerle etkileşimimi canlı tutuyorum. Uzun vadede bu önemli oluyor.

bottom of page