top of page
Writer's pictureeditor

Boğaz kokan senfonilerin bestecisi Betin Güneş: ‘Bir tek evim var, o da müzik!’

Kendisini ‘Boğaz çocuğu’ olarak tanımlayan, tam 24 senfoninin bestecisi tek Türk olarak tarihe geçen Betin Güneş, 44 yıldır yaşadığı Almanya’da halen hem Köln Senfoni Orkestrası’nın hem de Turkish Chamber Orchestra’nın şefliğini yürütüyor. Müzikte ‘absolut (mutlak) kulak’ olarak adlandırılan özel bir yeteneğe sahip olan Güneş, çocukluk yıllarından kalbine işleyen Boğaz sevgisini senfonik notalara dökerek tüm dünyaya dinletiyor.

Betin Güneş piyanosunun başında

Betin Güneş, klasik müzikle ilgilenen pek çok kişinin tanıdığı bir maestro. Notalarından deniz kokusu yükselen, Türkiye’ye ait ezgileri senfonik eserlerine muhteşem biçimde yerleştiren Güneş, müzikle dolu yaşamını Almanya’da sürdürüyor. İstanbul Devlet Konservatuvarı piyano ve kompozisyon bölümlerini bitirdikten sonra 1980 yılında Türkiye’den ayrılan Güneş, dünyanın sayılı müzik okullarından Köln Müzik Yüksekokulu’na girdi. Okul bittikten sonra evine dönmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumuz Güneş, ‘Benim bir tane evim var, o da müzik. ‘Besteciyim’ dediğiniz zaman size bambaşka bir değer verildiği için Almanya’da kalmaya karar verdim’ diyor. 7 Nota 7 Kıta temalı bir serinin çeşitli ülkelerde yapılması planlanan konserleriyle ilgili çalışmalarını yürüten Güneş, Turkish Chamber Orchestra’nın bu projeyle dünyaya Türkiye ile ilgili pek çok olumlu mesaj vereceğini söylüyor.

 

Çok erken yaşta şef oldunuz değil mi? 

Şef için hâlâ bile gencim diyeceğim. Çünkü şef eski bir şarap gibi. Yaş ilerledikçe tecrübeniz artıyor. Şunu söyleyeyim, bestecilik benim için birinci sırada. Ondan sonra orkestra şefi, piyanist, trombon sanatçısıyım. 


Köln Senfoni Orkestrası’nı o yıllarda bizim okulda okuyan kabiliyetli genç arkadaşlarımla birlikte kurduk. Türk bestecilerini dünyaya tanıtmak için bize bir orkestra lazımdı ve Turkish Chamber Orchestra’yı da bu amaçla kurdum. 25 kişiyle senfonik müzik yapıyoruz. Turkish deyince insanlar zannediyorlar ki biz göbek havası çalıyoruz. Orkestramızda her ülkeden üye var. Baş kemancımız Macar. Diğer üyeler arasında Alman, Koreli, Japon, Polonyalı da var. Adımız Turkish Chamber ama bir Alman orkestrasıyız. Müziğin dili, dini, ırkı, cinsiyeti hiçbir şeyi yoktur. Benim bestelerimin yanı sıra diğer değerli Türk bestecilerimizin eserlerini de çalıyoruz. Bunları dünyaya tanıtmamız lazım. Yazdığım senfoniyi dinleyenler ‘Ya bir Türk nasıl senfoni yazar?’ diye şaşırıyor. 


Kulağınızda sürekli bir müzik olduğundan bahsediyorsunuz. Bu çocuk yaştan beri böyle miydi? 

Ben kendimi bildim bileli ‘Benim kulağımın içinde orkestra var’ derdim... Bazen gece uyanıp nota yazdığım zamanlar olur. Mesela sahilde oturduğum zaman da orkestra hala kulağımda çalar. Kuşlar orada, martılar girdi şimdi. İşte dalgalar sahile vuruyor. Bitmeyen bir müzik benim için.


Yetenek iyi bir müzik insanı ya da besteci olmakta ne kadar etkili?

Yetenek önemli elbette. Babam 5 yaşındayken elimden tutup İstanbul’da bir Alman profesöre götürmese kulağımın absolut olduğu anlaşılmayacaktı. Yetenek önemli bence ama yetenek işin yüzde kırkı ise yüzde altmışı da çalışmak. Günde 13 saat piyano çalıştığım olurdu. 


Bestenin senfonik yapıda olması için bir insanın beyninden geçmesi lazım.

Çocuklara piyano dersi aldırmak aileler arasında hâlâ popüler. Fakat bu çağda onları motive etmek kolay olmuyor. Siz çocukken de böyle saatlerce çalışır mıydınız?

Evet 13 saat çalıştığım günler oluyordu ama onun evveli var. Benim annem eczacıydı. Öğle tatilinde gelir ‘Hadi sen piyano çalış sonra oyun oynamaya, sinemaya filan gidebilirsin’ derdi. Ben bir piyano plağı koyar, çalışıyor gibi yapıp basketbol oynamaya kaçardım. Oradan nerelere geldim. Onun için çocuklara da yetişkinlere de piyanodan vazgeçmemelerini öneriyorum. Bir Alman piyano talebem var, 94 yaşında. Bazen beni bile tanımıyor ama piyanonun başına oturunca repertuvarı anında çalıyor. 




Almanya'da klasik müzik, çok değer görüyor ve ciddi bir kitlesi var. Orada Türkiye’den göçen büyük bir nüfus da var. Onlar arasında bir bilinirliğiniz var mı? Değişti mi bu kitlenin müzik zevki sizce? 

Umarım bir miktar ben değiştirmişimdir. Köln’de mesela biz konserler yaparken insanlar gelmeye çekiniyordu. Bizim halkımız klasik müzik deyince öcü gözüyle bakıyor. Filarmoni falan deyince bir önyargı vardı. Şimdi bir bakıyorlar orkestranın bestecisi, şefi Türk. Bir gelip dinliyorlar ve zannederim onların müziğe bakışlarında böylece bir değişiklik yaratıyoruz. Bestelerimde melodik bir hava, bir Türkiye kokusu var… Bir boğaz havası, bir ada havası, bir İzmir, Ankara havası var. Burada her meslekten insanız. Kimimiz işçi kimimiz besteci. Hepimizin el ele vermesi lazım. Aspendos'ta bir konserimiz vardı. Civarda oturan halk da gelmişti. Bir kısmını ben çevrede gezerken davet etmiştim. Konserden sonra yanlarına gittiğimde ağlıyorlardı. Hayatlarında ilk defa bir klasik müzik konserine gitmişler. Ruhlarına hitap etmeyi başarmışız demek ki!


Halbuki arada uçurum varmış gibi bahsedilir hep…

Hiç öyle değil. Bu algıyı değiştirmemiz lazım. 


Elektronik müzik de yapıyorsunuz ve öğrencilik yıllarında bu alanda da öğrenim gördünüz. 
Bir de yapay zekayla beste yapma meselesi var. Bir gün gerçekten de beste yapmak bu kadar kolaylaşacak mı sizce? 

Bir düğmeye bastığınız zaman kendi ritmi ile belirli şeyleri çalıyor ama bir ana fikrin çıkması lazım. Bence ne kadar uğraşırsanız uğraşın yapay zeka besteleri sentetik kalacaktır. Küçümsemek için söylemiyorum, birtakım popüler parçalar belki çıkartılabilir. Ama senfonik yapıda olması için bir insanın beyninden geçmesi lazım diye düşünüyorum. 


Klasik müzikte popüler olmuş Hollandalı orkestra şefi ve keman sanatçısı Andre Rieu gibi az sayıda isim de var. Bu ünü nasıl yorumlamak lazım? 

Tanıtım ve pazarlama kısmı önemli. Valsler filan biraz daha light klasik müzik ve görsel şovlar olunca ilgi artıyor. Tanınmışlık konusunu aklıma takmıyorum ve zamanında ünlü üstadlar da takmadı. Berlin Filarmoni’nin ünlü şefi Herbert Von Karajan’dan önceki şefi benim de hocam olan Sergiu Celibidache’yı pek kimse tanımaz. Çünkü konserlerini kaydettirip plağa koydurmak istemezdi. ‘Konserve gibi plağa koymamak lazım’ diyordu. Karajan’dan önce Berlin Filarmoni’yi 450 defa yönetmiş. Bir röportajda sormuşlar ‘Karajan çok meşhur bu konuda ne düşünüyorsunuz?’ filan… Enteresan bir cevap vermiş: ‘Coca Cola da meşhur!’


Recent Posts

See All
bottom of page