Terlik yaparak başladı şimdi Balmain'de baş tasarımcı!
- editor
- Apr 8
- 6 min read
Safa Şahin, Yozgat'tan Paris'e uzanan ilham verici yolculuğunda, sokak grafitilerinden lüks ayakkabı tasarımına kadar sıra dışı bir başarı hikayesine imza attı. Nike'tan Balmain'e uzanan kariyerinde, özgün ve sınırları zorlayan tasarımlarıyla dünya modasında kendine özgü bir yer edindi.

Resme merakı çocukluk yıllarına dayanıyor ama bu ilginin aşka dönüşmesi sokaklarda grafiti çizimleriyle başlıyor. Kendi tabiriyle İstanbul'un griliğini grafitilerle renklendiren Safa Şahin, o dönem ayakkabı tasarım bölümünde eğitim alarak hayalini mesleğe dönüştürmüş. Okula başlar başlamaz ilk iş terlik tasarlayan Şahin'in hayatının dönüm noktası ise Nike'tan iş teklifi alması.. Nike'ta iki yılı aşkın süre ayakkabı tasarımcılığı yaptıktan sonra Balmain markasından teklif alan ve çizimlerinde özgür olabilmek için bu teklifi kabul eden Şahin, beş yıldır Balmain'de sneaker tasarım bölümünün (Head of Sneaker Design) başında. Aynı zamanda Fila, Under Armour gibi markalarla da işbirliği yapan Safa Şahin ile hayat hikayesini ve başarılarını konuştuk.
Safa Şahin'in hikayesi nasıl başladı?
1989'da Yozgat'ın Sorgun ilçesinde doğdum. Liseyi okuduktan sonra üniversite için İstanbul'a doğru yola çıktım. Abim İstanbul'da üniversite okuyordu ve onu ziyaret etmemi istemişti. O gidişimde sokaktaki grafitiler dikkatimi çekmişti. O sıralarda rap müzik gençler arasında çok dinleniyordu. Ben de sokakta rap müzik dinleyip grafitiler çizmeye başladım. Grafitinin felsefik yapısı beni etkilemişti. Gri bir şehrin içerisine renkli dokunuşlar yapmak, o şehrin kaosuna renk katıyordu. Bir de ergenlikte kendini ifade etme, topluma kendini kabul ettirme biçimi oluyor.
Grafiti ile uğraşırken ayakkabı tasarlama fikri nereden çıktı?
Başarısız bir öğrenciydim. Resim dışındaki derslerde çok iyi değildim. İstanbul'daki abimi ziyaretimde bana bir okulda ayakkabı tasarım bölümü olduğunu söylemişti. Bu, iki yıllık bir okuldu. Sektörde kaybedilen kalifiye elemanları kazanmak için açılmıştı. Abimin ev arkadaşı da bu bölümü okumuş bir ayakkabı tasarımcısıydı. O, diğerlerinden farklıydı. Sanatçı ruhu, aurası, farklı bir bakış açısı vardı. Dolayısıyla benim de ilgimi çekti. Kendi ayakkabını yapıp giymek de hoş geldi. Zaten okula başlar başlamaz kendime terlik yapmıştım.
ÇİZİMLERİM BEĞENİLMEDİĞİ İÇİN BİRKAÇ İŞYERİNDEN KOVULDUM
Okul bitince profesyonel hayata nasıl adım attınız?
Yaklaşık iki sene sektörde çalıştım ama işler yolunda gitmedi. Çizimlerim beğenilmediği için birkaç iş yerinden kovuldum. İstanbul'da tutunamadım ve Yozgat'a döndüm. Ama hiç ısınamadım bu dönüşe. Çünkü tasarım görmüşüm, entelektüel seviyesi yüksek insanlarla tanışmışım ama döndüğüm yerde resim çizsem değerlendirecek biri yoktu. Üniversiteye hazırlanmaya karar verdim ve Konya Selçuk Üniversitesi Resim Bölümü'nü kazandım.
Resim bölümünde okurken de hayaliniz ayakkabı tasarlamak mıydı?
İlk senemde hemen sanayide işe başladım. Haftanın dört günü çalıştım. Para kazanmak için değil, sevdiğim için yapıyordum. Sanatla uğraşmayı çok seviyorum. Özgürlüğümü besliyor. Hayalim ise yurt dışına açılmaktı ama maddi olarak nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Bu hayalimi gerçekleştirmek için kendi markamı kurdum ve özel butiklere ayakkabı tasarlayıp satmaya başladım. Her sezonda ortalama 400-500 ayakkabı üretiyordum.
Neden yurt dışına gitmek istiyordunuz?
Kendimi daha iyi ifade edip, yaptığım sanatın anlaşılabileceğini düşünüyordum. Değerini belirleyen genellikle bulunduğun yer oluyor. Yurt dışında yaptığın tasarımlara 'boş iş' gözüyle bakılmıyor. Verilen değeri anlıyorsun. Öte yandan senin verimli çalışman için tüm sorunlarınla yakından ilgileniyorlar. Dolayısıyla bir sanatçı olarak hem sanatımın anlaşılacağı hem de değerimin bilineceği bir yerde çalışmayı istiyordum. Yurt dışında, yaptığım tasarımlara kaçırılmaması gereken sanat ürünü olarak bakan bir kitle var. Mesela Türkiye'de herkes gülüyor. İlk Balmain için ayakkabı çıkarttığımda bunu komedi malzemesi yapan, aşağılayanlar oldu. Kimisi ütüye kimisi jet ski'ye benzetti. Haliyle benim hitap ettiğim kitlenin Türkiye'de olmadığını anladım. Bu anlamda kariyerimin kırılma noktası da Nike'ın beni bulmasıyla oldu.
STEVE JOBS'UN SÖZÜ MOTTOM OLDU
Kendi halinde var olmaya, tasarımlarıyla gelir elde etmeye çalışan biri olarak Nike'ın sizi bulması nasıl oldu?
Ben normalde sektöre hizmet verecek şekilde, talebi ve satışı olacak ayakkabılar da yapıyordum. Bir yandan da uçuk kaçık dediğimiz pek de görülmemiş 'unexpected' ayakkabılar üzerine çalışıp sosyal medyada paylaşıyordum. Bu sayede tasarımcıların en çok takip ettiği kişiler arasına girmiştim, çünkü onlara ilham oluyordum. O dönem Steve Jobs'un bir sözü beni çok etkilemişti. 'Eğer her güne bir nokta koyarsanız bir gün geri dönüp baktığınızda o noktaların kocaman olduğunu görürsünüz' demişti. Bu sözü kendime motto edindim. Her gün bir çizim yapıp sosyal medyada paylaşmaya başladım. Bu paylaşımların da dikkat çekmesi için uçuk kaçık olmasına özen gösteriyordum. Tasarımlarımı takipçisi yüksek olan bloglar da paylaşıyordu. Altı ayın sonunda Nike'tan bir e-posta aldım. Uzun süredir beni takip ettiklerini ve işlerimi ilham verici bulduklarını söylediler. Beni Nike'ın genel merkezine ABD'ye davet ettiler. Nike'ın teklifini kabul ettikten sonra Adidas, Puma, Marc Jacobs, Versace, Giorgio Armani gibi markalardan da teklif geldi.
Ama siz Nike'ı kabul etmiş bulundunuz...
Evet, çünkü Nike'ın inovasyonu dünyanın en iyisi. 2016'da başladım ve bir nevi okul gibi oldu bana. O zamanlar beni en zorlayan durum ise İngilizce bilmemek oldu. İş görüşmesine gitmeden önce İngilizce bilmediğimi belirttim ve bir çevirmen ayarladılar. Görüşme biter bitmez de teklif sundular. Bana özel bir öğretmen tutacaklarını ve dil sorununu halledeceklerini de belirttiler.
Bu durum sizi başlarda zorladı mı? Neler yaşadınız o dönemlerde?
Nike'ta iki buçuk yıl ayakkabı tasarımcısı olarak çalıştım. İlk bir yıl benim için çok travmatikti. Pek çok kişi beni sosyal medyadan tanıyordu, ayrıca yeni insanlarla da tanışıyordum. Sonra bu kişilerle aynı binada mecburen karşılaşıyordum. Başlarda İngilizce bilmediğim için bu tür ayak üstü sohbetlerine gireceğim diye elim ayağım titriyordu, yolumu değiştiriyordum. Bu yüzden çok travmatikti. Bu durumu yavaş yavaş aştım. Diğer tasarımcılara ilham vermek için tasarladığım ürünleri uçuk bir hale getirip maketlerini yapıyordum. Onlar da ticari bir hale dönüştürüp üretiyorlardı.

KURALLARA BAĞLI KALMAK BENİ DARALTIYOR
Nasıl tepkiler alıyordunuz?
Çok güzel geri dönüşler aldım. Herkes memnundu ama ben kendi potansiyelimi gösteremedim. Dili yeni geliştiriyordum, arada Vietnam'a gitmek zorundaydım, o sistemin içine dahil olmak gerekiyordu. Ben sanat altyapısıyla çalıştığım için daha özgürlük içinde çalışmayı seviyorum. Kurallara bağlı kalarak tasarım yapmak daraltıyordu beni.
Bu nedenle mi Balmain'le anlaştınız?
Nike'ta çalışırken bir yandan da yüksek ökçeli ayakkabı tasarımları yapıp sosyal medya hesabımda paylaşıyordum. Önce Balmain'in CEO'su ile ABD'de tanıştım, ardından Paris'teki merkeze gittim. Tüm görüşmelerim çok pozitif geçti. İstediğim kuralı kendim koymama da iznim vardı. Tasarımlarımda özgür olacaktım yani. Dolayısıyla bu teklifi kabul ettim ve Paris'e taşındım.
Paris'te yaşamak tasarımlarınıza etkiledi mi?
Daha sanatsal, estetik temelli ürünler yapmaya başladım. Nike performans odaklıydı. Balmain'de ise spor ayakkabı bile daha sanatsal ve lüks. O lüks, beni geliştirdi. Bizzat bu camianın içerisinde olup giydirdiğim kitleyle birlikte bulunmak daha ilham verici oluyor.
Eski Fransız filmlerinde aristokrat aileler vardır, halkın içerisinde olmayan... Bu insanların neyi istediğini, neyi tercih ettiğini gördüm. Anadolu'da yetişmiş biri olarak hiç bilmediğim 'lüks'ün ne demek olduğunu anladım. Normalde lüks bir şey yapınca bunu kim giyecek diye düşünürken, gerçekten o müşteri kitlesinin var olduğunu gördüm.
TASARIMLARIM KLASİK AYAKKABI FORMUNUN DIŞINDA
Türkiye'de size bıyık altından gülenler vardı. Ama Balmain'de çalışmaya başladıktan sonra bu tasarımların bir alıcı kitlesi olduğunu gördünüz. Bu durum size kendinizi nasıl hissettirdi?
'Aslında çok doğru tasarımlar yapıyormuşum' diye düşündüm. Türkiye'de her şey ihtiyaçlar piramidine göre şekilleniyor. Barınma, yeme, içme gibi... Sanat gibi şeyler bu piramidin en sonunda. Dolayısıyla Türkiye'de ayakkabı deyince ayağımızı soğuktan korusun, su girmesin, birkaç sene giyelim diye düşünülüyor. Diğer tarafta ise statü belirleyen, estetik algını karşı tarafa mesaj olarak ileten, sanatla uğraşan bir kitle var. Benim tasarımlarım onlara hitap ediyor. Örneğin müşterilerimizin çoğunluğu Hollywood ünlüsüydü. Bir keresinde bir terlik tasarlayıp paylaşmıştım. Balmain'in kreatif direktörü yanıma geldi, 'Tebrik ederim. Beyonce yazdı. Bu terlikten üç tane istiyor.' dedi. Bu çok büyük bir heyecandı benim için.
Beş yıldır Balmain'de sneaker tasarım bölümünün başındasınız (Head of Sneaker Design). Tasarımlarınızda, size ilham olan nedir?
Balmain ile çalışırken kontratım başka şirketlerle çalışmama izin veriyordu ve bir buçuk yıl da Bottega ile çalıştım, Milano-Paris arasında mekik dokudum. Aldığım ilham yaptığım tasarıma göre değişiyor. Örneğin Bottega 'Silent Fashion' akımının en iyi temsilcisi. Çok zengin bir kitle, lüks ve çok pahalı. Balmain'den de pahalı ama marka hiç gözükmüyor. Çok klasik ve sade. Balmain ise daha çok kırmızı halıya oynayan, şaşalı, taşlı tasarımlarla ünlü. Dolayısıyla iki marka birbirinin zıttı. Bu markaların müşteri kitleleri, bu firmaların DNA'ları bana ilham kaynağı oldu. Tasarımlarımı özel kılan var olan silüetin dışında olmaları. Silüet, ayakkabıyı simsiyah yapıp arka tarafını da beyaz yapınca o gölge olarak görünen kısımdır. Normalin dışında bir silüet olmasına uğraşıyorum. Klasik ayakkabı formunun dışında başka bir form getirmeye çalışıyorum.
BİT PAZARINDAN TOPLADIKLARIM BANA İLHAM VERİYOR
Dünya çapında en çok kime ayakkabı tasarlamak istersiniz? Hayaliniz ne?
Türkiye'de 50 adet 'limited edition' ayakkabı ürettim. Amacım bunları satmak değil. Billie Eilish, Travis Scott gibi dünyaca ünlü isimlere bu tasarımlarımı göndermek istiyorum. Hayalim sanatsal ayakkabılar yapmak. Tasarladığım bir ayakkabının müzayedelerde sunulmasını istiyorum. Örneğin sneaker koleksiyoncuları var. Bunlar sınırlı sayıda üretilen ayakkabıları alıp açık artırmayla satıyorlar. Ayakkabıcılığın da bir sanat olduğunu ve tıpkı tablolar, sanat eserleri gibi ileride değer görmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela gittiğim bir müzede Alexander McQueen'in beni çok etkileyen bir ayakkabısı vardı. Benim de tasarladığım birkaç ayakkabı dünya çapında farklı sergilerde sergilendi. Dolayısıyla yaptığım tasarımların bu yönüyle dikkat çekmesini istiyorum.
Siz kimlerin tarzını beğeniyorsunuz?
Tim Walker'ın hayal dünyasını seviyorum. Alice in Wonderland'deki karakterler benim tarzımı çok yansıtıyor. 'Vintage luxury' de çok hoşuma gidiyor. Victorian dönemine ait bazı elementleri çok seviyorum. Bazen bit pazarlarından eşyalar topluyorum, bunları da ilham vermesi için masamın etrafında tutuyorum. Malzemeyi hissettiğim zaman ruh da geçiyor. O dönemde bunu tasarlayan tasarımcının neler hissettiğini yaşamaya çalışıyorum.
PUSET VE GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ DE TASARLADI
Tasarımlarınızda kullanmayı sevdiğiniz renkler var mı?
Konuya göre değişiyor. Çok neon renkler genellikle ucuz ve dikkat çekmek için kullanılır. Lüks ürünlerde biraz daha ara tonlar kullanılır. Ara renklerle çalışıp bir detayla ana renk patlatmayı seviyorum.
Şu anda Balmain dışında başka markalarla işbirliğiniz var mı?
Freelance olarak Fila ve Under Armour ile çalışıyorum. Fila ile biraz daha alışılagelmişin dışında tasarımlar yapıyorum ama Under Armour'da performans odaklı basketbol, golf ayakkabısı tasarlıyorum. Bir dönem bebekler için puset tasarlamıştım. Ayrıca çanta, güneş gözlüğü de yaptım. Şimdilerde bir şirket için mobilya tasarlıyorum.
Safa Şahin'in tasarımlarını Instagram hesabından takip edebilirsiniz: https://www.instagram.com/safasahinn/