top of page

Yeni nesil göçmenler Almanya’daki algıyı değiştirdi

Writer's picture: editoreditor
TÜSİAD Almanya Temsilcisi Alper Üçok, 18 yıldır iki ülkenin nabzını tutuyor. Üçok ile Türkiye’den Almanya’ya uzanan kariyer yolculuğunu, Berlin’in dönüşümünü ve iki ülke arasındaki ilişkilerde nitelikli göçün etkilerini konuştuk.

“Hiç aklımda yokken hayat beni Berlin'e sürükledi" diyor, 18 yıldır Almanya'da yaşayan TÜSİAD Almanya Temsilcisi Alper Üçok. 2000'lerin başında Türkiye'de kariyerinin zirvesindeyken beklenmedik bir teklifle hayatı bambaşka bir yöne evrilen Üçok, Almanya'ya uzanan bu yolculukta neler yaşadı? Almanya’nın ve Berlin’in geçirdiği hangi değişimlere tanıklık etti? Almanya'daki Türk toplumu son yıllarda nasıl bir dönüşümün içinde?


Alper Üçok ile yaptığımız samimi sohbette, kariyer yolculuğundan Almanya – Türkiye ilişkilerine pek çok konuya ışık tutuyoruz. Özellikle son yıllarda Türkiye'den Almanya'ya yaşanan beyin göçü dalgasını yakından gözlemleyen Üçok, bu durumun hem Türkiye hem de Almanya için neler ifade ettiğini değerlendiriyor. Nitelikli Türk profesyonellerin Almanya'ya getirdiği katkıları ve karşılaştıkları zorlukları analiz eden Üçok, bu süreci nasıl daha verimli hale getirebileceğimize dair önemli ipuçları sunuyor. Üçok'un deneyimleri ve gözlemleri, Türk-Alman ilişkilerine farklı bir perspektiften bakmamızı sağlıyor.


Almanya’ya uzanan yolculuğunuz nasıl başladı? Eğitim geçmişiniz ve kariyerinizden biraz bahseder misiniz?

Benim akademik geçmişim uluslararası ilişkiler üzerine kurulu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İngiltere’de Bristol Üniversitesi’nde yine uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yaptım. Ancak kariyerimde daha geniş bir perspektife sahip olmak istediğim için Amerika’ya gidip George Washington Üniversitesi’nde MBA yaptım. İş dünyasında yönetim ve strateji alanında uzmanlaşmamı sağlayan bu deneyim, profesyonel yaşamımı şekillendirdi. Türkiye’ye döndüğümde, özel sektörde çalışmaya başladım. Yaşar Holding, Zorlu Holding gibi Türkiye’nin önde gelen şirketlerinde yöneticilik yaptım. Özellikle Rusya ve Orta Asya gibi zorlu bölgelerdeki projelerde önemli görevler aldım. 2002 yılında Türkiye’ye dönerek bir iş dünyası örgütüne katıldım ve sanayi işleri sorumlusu olarak çalışmaya başladım. Bu dönemde enerji, bankacılık ve finans sektörlerini yakından takip ettim. 2006’da Almanya temsilciliği teklif edildiğinde, bunu yeni bir tecrübe kazanma fırsatı olarak gördüm. İş dünyası ve uluslararası ilişkiler bağlamında, Almanya’daki görevim kariyerimde yeni bir kapı açtı.


Birkaç yıl kalır, dönerim’ diyordum


Daha önce Almanya’da yaşama fikriniz olmuş muydu?

Açıkçası Almanya hiç aklımda olan bir ülke değildi. Daha önce Rusya ve Amerika’da yaşama deneyimim olmuştu. Almanya’ya ise daha çok iş seyahatleri için gidip geliyordum. Ülkede geçirdiğim zamanlar genelde birkaç günlük toplantılarla sınırlıydı. Dolayısıyla Almanya hakkında yüzeysel bir bilgiye sahiptim. Almanca bilmiyor olmam da çekincelerimden biriydi. Daha önce Türkiye’de, bir iş dünyası örgütünde sanayi işleri sorumlusu olarak çalışıyordum. Berlin ofisimiz 2003 yılında açılmıştı. Üzerinden birkaç yıl geçmişti ki beni Almanya’ya temsilci olarak atadılar. Başta çok kısa bir süreliğine geldiğimi düşünüyordum. ‘Deneyim olur, birkaç yıl kalıp dönerim’ diyordum. Fakat hayat başka bir plan yaptı ve burada kaldım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu kararla hayatımın bambaşka bir yola girdiğini görüyorum. Berlin’de çalışmaya ve yaşamaya başlamak hem profesyonel hem de kişisel anlamda önemli değişimlere yol açtı. Önceleri pek düşünmesem de bu deneyimin hayatıma kattığı zenginliklerin farkındayım.


Almanya’ya yerleşirken ilk dönemde neler yaşadınız? Uyum süreci nasıl geçti?

Başlangıçta uyum sağlamak oldukça zordu. Almanca bilmemek, sosyal hayatın içinde ve resmi işlemlerde ciddi bir engel yaratıyordu. Berlin’de yaşamak bu süreci biraz kolaylaştırdı. Berlin kozmopolit yapısıyla çok fazla kültürü bir arada barındıran bir şehir. İnsanların farklılıkları kabul etme oranı, Almanya’nın diğer bölgelerine kıyasla daha yüksek. Bu da insanı bir nebze rahatlatıyor. Bunun dışında Almanya’daki bürokrasiyle ilgili yaşanan zorluklar da adaptasyonu etkileyen unsurlardan. Yabancılar dairesindeki işlemler başta olmak üzere birçok resmi işlem için uzun bekleme süreleri ve karmaşık prosedürlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Sanki sistem, yabancılar için özellikle zorlaştırılmış gibi hissettiğim zamanlar oldu. Ancak bakınca bu durumun daha çok Almanya’nın genel bürokratik yapısından kaynaklandığını görüyorsunuz.


Potansiyelimizi kullanamıyoruz


Berlin’i özellikle konuşmak gerek. Bir Türk olarak Berlin’de yaşamak daha kolay olsa gerek.

Evet, Berlin’deki kültürel zenginlik ve Türk toplumunun varlığı adaptasyonu kolaylaştıran unsurlardan. Berlin çok özel bir şehir. Türk - Alman ilişkilerinin merkezinde ve bu sizi sürekli canlı tutuyor. Farklı konularda farklı programlara katılıyorsunuz, kendinizi çok sayıda projenin içinde bulunuyorsunuz. 1990’da Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra Berlin’in gelişimini canlı olarak görmek de güzel bir deneyim. Kentin kendi içerisindeki devinimini ve Türk Alman ilişkilerindeki olumlu değişimi görmek insana manevi olarak da katkıda bulunuyor.


2000’ler Türkiye’si ekonomik ve siyasi anlamda oldukça hareketliydi. Sizce o dönem nasıl bir süreçti?

2000’ler, Türkiye için hem ekonomik hem de siyasi anlamda büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemdi. 2001 ekonomik krizinin ardından Kemal Derviş’in başlattığı reformlar, Türkiye’yi krizden çıkararak bir büyüme sürecine soktu. Bu süreçte Avrupa Birliği üyelik süreci de büyük bir motivasyon kaynağıydı. Gümrük Birliği’nin getirdiği dönüşümle birlikte birçok sanayi sektörü yeniden yapılandı. Türk şirketleri, uluslararası standartlara uyum sağlamak ve rekabet gücünü artırmak için büyük yatırımlar yaptı. Bu dönemde sadece ekonomi değil, kamu yönetimi ve hukuk sisteminde de reformlar gerçekleşiyordu. Bugün bildiğimiz Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) gibi önemli yapılar o dönemde kuruldu. Siyasetteki yeniden yapılanmalar ve Avrupa Birliği ile ilişkilerdeki hareketlilik, Türkiye’yi bölgesel bir güç olma yolunda destekliyordu. Ancak 2000’lerin sonundaki Avrupa Birliği üyelik sürecindeki motivasyon eksikliği, Türkiye’nin ekonomik büyüme potansiyelini olumsuz etkiledi. Özellikle yabancı yatırımların azalması, bu sürecin en somut yansımalarından biri oldu. Potansiyelimizi tam anlamıyla kullanamıyoruz.


Yeni işbirlikleri kuruluyor


Almanya’daki Türk toplumunun gelişimini ve son yıllarda artan beyin göçünü nasıl değerlendiriyorsunuz?Almanya’daki Türk toplumu, 1960’lardan itibaren buraya yerleşen işçi göçüyle şekillenmeye başladı. Bugün ise bu topluluk, farklı meslek gruplarından insanları barındıran geniş bir yapıya dönüştü. Son yıllarda ise Türkiye’den gelen göç dalgası, daha çok yüksek eğitimli bireylerden oluşuyor. Akademisyenler, doktorlar, mühendisler ve girişimciler gibi nitelikli bireylerin Almanya’ya göçü, Türk toplumunun algısını da değiştirdi. Bu yeni nesil göçmenler, Almanya’da yalnızca toplumsal algıyı olumlu yönde etkilemekle kalmadı, aynı zamanda iki ülke arasında yeni iş birliklerinin kurulmasını sağladı. Örneğin, sağlık, teknoloji ve yenilenebilir enerji gibi sektörlerde Türkiye’den gelen bireylerin önemli katkılar sağladığını gözlemliyoruz. Ancak bu göçmenlerin bir kısmı, Almanya’daki bürokratik zorluklar ve dil bariyeri gibi nedenlerle uyum sağlamakta zorlanabiliyor. Bununla birlikte, Almanya’da yaşayan Türklerin Türkiye ile bağları hala güçlü. Teknolojinin gelişmesi, seyahat imkanlarının kolaylaşması ve sosyal medyanın yaygınlaşması, bu bağı daha da pekiştirdi. Yeni nesil Türk göçmenler, iki ülke arasında adeta bir köprü işlevi görüyor. Buraya Türkiye’den gelenlerin büyük kısmı belki yüzde 70-80’lik bir oranı burada kalmayı tercih ediyor.


Alper Üçok: Yeni nesil göçmenler iki ülke arasında köprü oluyor.

Sağlık ve teknolojiye ciddi destek var


Teknoloji altyapısı zayıf dolayısıyla da bu alanda ve enerji konusunda ciddi kararlar almak zorunda Almanya. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Yatırımcı olarak Almanya’da hangi alanlarda boşluk var?

Almanya'nın devlet olarak yenilenebilir enerji konusunda ciddi bir süreci oldu. Yeşil dönüşüm, ülkenin daha az emisyon üretmesi, bu alanda dünyaya örnek olması ve temiz teknolojiyi ön plana çıkarmak gibi bir hedefi var. Tabii bu alandaki start up'lara öncelik veriliyor ve onlara daha fazla destek veriliyor. Dijitalleşme dediğiniz gibi iyi durumda değil. AB’nin 27 ülkesinde dijitalleşme endeksinde en son sırada yer alıyor ve dijitalleşmeyle alakalı çok sayıda strateji, yol haritası henüz netleşmedi. Ancak ben şunu da görüyorum, son dönemde koronayla birlikte sağlık teknolojileri ve sağlık teknolojisi start up'ları burada da çok ön plana çıktı. Bunu daha da geliştirmek istiyorlar. Yapay zeka start up’ları her yerde olduğu gibi burada da destekleniyor. Bu konuda bir takım sübvansiyon programları açıkladılar. Bir de tabii Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte bir Rusya tehdidi algısı oluştu Almanya'da. 2. Dünya savaşından sonra ordusuna ve savunma sanayiine fazla yatırım yapmamış bir ülke olarak şimdi bu alana yatırım yapmak istiyor. Fintech, Almanya'da eskiden beri öncelikli konulardan bir tanesi. Bence bu konumunu sürdürüyor.


Gelecek Forumu ile çok önemli bir network kurduk


TÜSİAD olarak Almanya’da son dönemlerde yaptığınız projeler ya da dahil olduğunuz programlar neler?

Almanya ile ilişkimize uzun dönemli bir strateji çerçevesinde bakıyoruz. Bizim buradaki en büyük avantajımız Alman TÜSİAD’ı BDI (Bundesverband der Deutschen Industrie) ile organik bir ilişkimizin olması. Ortak çalışmalarımızı arttırarak devam ettiriyoruz. Mercator Vakfı ile 10 yıldır Türkiye Avrupa Gelecek Forumu’nu organize ediyoruz. Bu bizim için çok önemli bir proje. En son geçtiğimiz yaz sonunda Atina'da yapıldı. Her yıl farklı sektörlerde liderlik potansiyeli olan Türkiye’den 10, Almanya’dan 10, Avrupa Birliği ülkelerinden de 10 kişiyi bir araya getiriyoruz ve bu lider adaylarını farklı konularda seminerler, paneller ile özel bir programa dahil ediyoruz. Bugüne kadar 300 civarında mezun verdi program. Bu insanların kimisi şirketlerde üst düzey yönetici oldu. Kimisi Avrupa Birliği Komisyonu’nda önemli yerlere geldiler. Almanya’da bakanlıklarda iyi pozisyonlara gelenler var. Böyle önemli bir network oluşturduk. Onun dışında yine iki ülke parlamenterlerini bir araya getirdiğimiz yuvarlak masa toplantıları düzenliyoruz. Türk ve Alman belediyelerini buluşturduğumuz seminerler düzenlemeye de devam ediyoruz. Yine JETCO (Türkiye- Almanya Ekonomi ve Ticaret Ortak Komisyonu) toplantıları bizim için çok önemli. Biz bunun sanayi çalışma grubunu belediye ile organize ediyoruz. Türk sanayisi Avrupa Birliği yeşil mutabakatından nasıl etkileniyor, bu etkiyi azalmak için neler yapılması gerekiyor, Almanya’yla Türkiye nasıl işbirliği yapabilir, bu alanda çalışmalar yapıyoruz.


Hâlâ Türkiye’deki döneri tercih ediyorum


Hep ciddi konular konuştuk. Size bunu sormazsak olmazdı. Alman dönerini seviyor musunuz?Şahsen Alman dönerini pek tercih etmiyorum. Türkiye’deki dönerin lezzetiyle kıyaslandığında oldukça farklı bir ürün olduğunu söyleyebilirim. Ancak, Alman dönerinin kendi başına bir kültür oluşturduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu durum, İtalyan pizzasının Amerikan versiyonuna dönüşmesine benziyor. Her iki kültürün bir araya gelerek yeni bir şey yaratması hem olumlu hem de kaçınılmaz bir süreç. Bugün Almanya’da dönerin böylesine yaygın olması, Türk toplumu için önemli bir gurur kaynağı ve iki kültür arasındaki köprünün somut bir örneği. Ancak dönerin Türk kimliğiyle bağlantısını daha güçlü vurgulamak için, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yaptığı patent başvurusunun önemine dikkat çekmek gerekiyor. Eğer bu başvuru onaylanırsa, dönerin üretim standartları Türkiye’ye uygun şekilde düzenlenecek.

bottom of page