Siz hiç damdan düştünüz mü? Bir değil, iki değil… Ben üç defa düştüm. Öyle bir düştüm ki, derbeder oldum!
Siz hiç damdan düştünüz mü? Bir değil, iki değil… Ben üç defa düştüm. Öyle bir düştüm ki, derbeder oldum!
İlk düşüşümü size tarif etmeliyim. Saatler süren bir düşüş… Sanki delicesine akan bir nehrin içine yuvarlanmak, suyun debisi ile döne döne kaybolmak gibi… Sonra bir anda suyun sizi yüzeye atması…Can havliyle derin bir nefes almaya çalışmak, tıkanmak… Ciğerlerin çalışmaması. Düpedüz panik! Hani rüyalarda bazen sizi bir canavar kovalar ve kaçmaya çalışırsınız ayaklarınız işlemez ya da yardım için feryat etmeniz gerekir ama sesiniz bir türlü çıkmaz, işte tam da o! Bir de garip bir boşluk hissi! Sanki biri gelmiş ve vücudunuzdaki tüm kanı bir hortumla çekmiş… Ani bir tansiyon düşmesindeki ayakların yerden kesilmesi, dünyanın tepetaklak olması gibi…
İkinci düşüş… O kadar kızdım o kadar kızdım ki, içimden okkalı bir küfür ettim. Hem de Rachel ile tam yeni evlenmiştik, balayına çıkmak üzereydik, aksi gibi birkaç gün sonra... Oldu mu bizim güzelim balayı patates! Kızgınlığım günlerce sürdü. Göğe boş yumruklar savurur mu insan? İnanın savurabiliyormuş, gördüm! ‘Çık karşıma, korkaksın, yüzünü göster’ diye haykırdım. Boşuna…
Üçüncü düşüş… Nasıl güldüm nasıl güldüm, delicesine, aklını yitirmişçesine… Sonra, günler gecelerce uzun bir süre küstüm… Karanlık…
Nasreddin Hoca damdan düşünce köylüler başına üşüşmüş, biri kolundan çekiştiriyor, diğeri omzundan yüklenmiş kaldırmaya çalışıyor, her kafadan bir ses! Hoca feryat etmiş ‘yetti gayrı, bırakın beni, hemen damdan düşmüş birini bulun getirin!’. Ben epeyce damdan düşmüş birini aradım. Elbet birileri vardı, ama ses eden olmadı. O yıllar damdan düşünce ses edilmezdi pek. Saklardı insanlar. Neme lazım, patron duyar işten çıkarır, kız istersin vermezler, belki acırlar, ‘vah vah’ derler… Bana kuyruğu dik tutmak düştü. Damdan düşmemiş gibi davrandım.
Damdan düşmüş biri olsaydı çevremde, belki bana da ‘canım kardeşim, ben de kanser ile uğraştım, ben de damdan düşünce ağladım, gel sana bir kahve ısmarlayayım dertleşelim’ derdi. Öyle biri çıkmadı. Çıksaydı iyi olur muydu? Tabii olurdu, hem de çok iyi olurdu! Bu duygular içinde dört koca sene geçirdim.
YARIMIZ DÜŞECEĞİZ
2008 yılıydı, damdan düşüşlerimi unutmamıştım. Hafızamın tozlu raflarına koydum onları. Bir taraftan da içim içimi yiyor. Bu konuda bir şeyler yapmam lazım diye. Başıma gelen bu kötü tecrübeleri nasıl olumluya çevirebilirim diye kafa yorarken siluetimi, Oxford’da bir Cancer Research UK (CRUK) dükkanının aynalı vitrininde görünce irkildim. Tam burnumun ucunda bir ilan vardı. ‘Yaşadığınız ömür içinde her iki kişiden biri kansere yakalanacak! Çok ağır bir laf! Şöyle çevreme baktım, sokakta sekiz on kişiyi yürürken gördüm ve kendi kendime dedim ki ‘yarımız düşeceğiz’! İlan şöyle devam ediyordu: Blenheim Sarayında, kansere ve kanserden etkilenen insanlara destek vermek ve tabii ki kaybettiklerimizi anmak için 10 km’lik bir dayanışma koşusuna sen de katılmak istemez misin? Cisplatin’i yemiş ciğerlerimin bırakın 10 kilometreyi, 1 kilometre bile efor sarf etmesi o sıralar pek mümkün değildi. Olur mu, olmaz mı diye düşünürken tam bir ay sonra kendimi Blenheim Sarayı’nın bahçesinde buldum. Demek ki tek ben damdan düşmemiştim. Uzun süre etrafa bakıp şaşkın şaşkın yutkundum. O günü not defterime şöyle kaydetmişim:
Pazar sabahı, saat 7:00… Yaklaşık bir aydır beklediğim gün geldi çattı. 2500 kişi ile kanser araştırmalarına destek vermek; kaybettiğimiz dostları anmak ve halen kanser ile savaşan tüm insanlara yalnız olmadıklarını hatırlatmak için 10 km koşacağız. Hava bizden yana değil. İngiltere’nin şanına yaraşır şekilde yağmur gökten var gücüyle tepemize iniyor.Rachel her zaman olduğu gibi yanımda ve daha iki yaşındaki kızımız Mavi… Ayrıca, bu sefer annem ve biricik teyzelerim Suzan, Nermin ve Suna da bizlerle… Arkamdaki destek büyük. Ayrıca, koşuma sponsor olan ve hep beraber kanser araştırmaları için 925 pound topladığımız dostların varlığı… Ama en büyük güç bize gökyüzünden el salladığını bildiklerimden…
Zorlu birkaç saat var önümde… Gözüm korkuyor aslında çünkü neredeyse hiç antrenman yapmadım. Eve yakın bir parkta, birkaç kez 3 km’lik bir parkurda koştum, o da güç bela. Alçak yağmur tüm hızıyla bastırıyor…
Saat 10.30’da start veriliyor. O ilk adımlardaki heyecanı anlatmaya imkân yok. Üzerlerine Cancer Research UK tişörtlerini giymiş binlerce insan… Her bir tişörtün arkasında hatırlanacak bir dost, bir akraba, bir sevgili, bir anne, ya da babanın adı…Seni o kadar özlüyorum ki anneciğim…Seni asla unutmayacağım Mary…Büyükbabamın anısına…Dostum, bu savaştan galip çıkacağına inanıyorum!
Siz olmasanız koşamazdım
İlk kilometre… Aklımda bizim “güzel adam” Safa. Ne zaman tanışmıştık seninle diye düşünüyorum. Tabii ki, Beyoğlu’nda Kaktüs’te. Tam anlattıkları gibi bir adam karşımda… Çapkın bakışlı, sempatik mi sempatik, hızlı konuşan… Uzun saçların ve top sakalın ile seni Back Street Boys’daki elemanlardan birine benzettiğimizi hiç söylemiş miydim sana? Bir buçuk kilometre… Yanımda koşan şu fıstık gibi kızı görsen eminim taş değil, volkanik kaya derdin hiç şüphem yok. Belki de görmektesin; belki de ikinci kilometreye rahat ulaşayım diye şu an elini omzuma koymuş beni hafifçe itmektesin.
İkinci kilometreye Ayfer Teyze ile giriyorum. Sanki ilerideki meşe ağacının altından bana bakıyor. Kulağımda sesi… “Alim hoşgeldin, bak sana ne tattıracağım” derdi beni her gördüğünde. Müthiş bir lezzet dağarcığı, müthiş bir kültür… Ve hiç bitmeyen bir Datça ve deniz tutkusu… İkinci kilometre bitmek üzere, usumda Emecik Köyü, maviye uzanan kızıl çam dalları, rüzgâr ile oradan oraya savrulan günlük ağaçları ve uzakta Simi’nin tepeleri… Yağ yağmur yağ…
Üç kilometre bitmiş. Mucize gibi…Ne dalak ağrısı ne bir gram yorgunluk. Uzaktan bizim Şaban el sallıyor. Arçelik’te çalışmaya başladığım ilk gün tanışmıştık seninle… Toprağı, meyve sebze yetiştirmeyi ne çok severdin. Emekliliğinde domates fidelerini nasıl dikeceğini, o domateslerden nasıl salçalar yapacağını anlatırdın. Nereden bilebilirdim bunun seninle son konuşmamız olduğunu…
Vay be dört kilometre bitiyor. Ayaklar kuş gibi. Biliyorum, siz yardım ediyorsunuz…
Oğuz Bey, biliyor musunuz siz alıştırdınız beni şu sütlü Türk kahvesine. Bir kupaya koyup aynen sizin gibi içtim bu sabah. Hanife hanım, böyle kahve içilir mi diye kıza dursun boşverin. Güzel kardeşiniz gördüğünüz gibi koşmakta. Hani demiştiniz ya, sen bana umut veriyorsun diye…
Umut, her şey bu umut için.
Beş kilometre bitti. Yolun yarısı… Ellerinde gitarlarla bir rock grubu bizim için “Keep on running”i çalmakta. Bu gazla ben 20 kilometre bile koşarım.
Melek Hanım, sizinle tedavi arkadaşıydık… Sizi çok sevmiştim, herkes çok severmiş; Atatürk Kültür Merkezi’nin güvenlik görevlisi de öyle dedi “adı gibi melek gibi bir insandı”, kitabımı size iletebilmek için adresinizi alabilirim umuduyla Taksim’e gittiğim o bahar günü... Oysa siz çoktan gitmişsiniz bizi bırakıp. Olsun, bu koşuda görüşmek, hâl hatır sormak varmış… Sayenizde sekizinci kilometreye hiç durmadan vardım. Sağ olun.
Son kilometreye girdim. Kendimle gurur duymak hakkım. Bu ciğerler, bu dalak kemoterapiyle gazi olalı çok oldu, ama biliyorum beni arkamdan ittiniz, sizi hınzırlar! Yoksa koşabilir miydim hiç durmadan bir saatte on kilometreyi!
Bir el ararken bin koca yürek buldum
Tom ile Holborn’un dar sokaklardan birinde eski bir Londra kafesinde buluştuk. Cancer Research UK gibi büyük bir kuruluşun benimle irtibata geçmesine şaşırmıştım. CRUK’in Medya Yöneticisi Tom, koşu sonrası yerel gazete Oxford Times’da benim hikayemi görmüş. Bana, CRUK’in gönüllüsü olup, ‘Hikayeni paylaşmamıza izin verir misin?’ diye sorduğunda, hiç tereddüt etmeden ‘evet’ dedim. Damdan düştüğümde birini bulamamıştım, şimdi hayat bana o eli uzatan kimse olma fırsatını verdi ve ben de büyük bir heyecanla bunu kabul ettim.
İlk projem boyumdan epey büyüktü. Market zinciri Tesco, 2010 yılında desteklemek üzere CRUK’i seçmiş ve 15 milyon pound gibi büyük bir meblağı mağaza ve ofislerinde bağış olarak toplayacağını taahhüt etmişti. Tabii esas konu kansere yönelik farkındalığı arttırmak ve kanser araştırmalarına katkı vermekti. Ben de bu projenin medya yüzüydüm. Dev Tesco mağazasının koridorlarında kendi resmimi boy boy görmek epey enteresandı. Yüz küsur Tesco yöneticisi ile bir araya geldiğimiz bir toplantıda sahneye çıkmış ve ‘Aranızda, aile ve eş dost dahil, kanser ile hiç temas etmemiş varsa ayağa kalkabilir mi?’ sorusunu sormuştum. İnanır mısınız, bir kişi bile ayağa kalkmamıştı. Hepimizin kafalarımızı şaşkınlıkla birbirimize baktığımızı hatırlıyorum. O gün damdan düşmelerim daha farklı bir anlam buldu; yalnız değildik, yalnız değildiniz.
Bu dayanışma yüreğimi kabartıyor
Röportajlar, kısa filmler, koşular, yürüyüşler, makaleler, konuşmalar… CRUK ile sayısız projeler yaptık. Bugüne kadar gelen hiçbir projeye hayır demedim. Nasıl diyebilirim! CRUK, 2018 yılında Media Ambassador Award ve 2021 yılında ise Flame of Hope ödüllerine beni layık gördü. CRUK ile yaptığım gönüllü projeler başka kanser destek kuruluşlarının da parçası olmama fırsat verdi. Bunlardan biri ve benim ibadet yapar gibi her hafta cumartesi günleri, saat 9.00’da Parkrun’da üzerine formasını giyerek temsil ettiğim; kanserden etkilenmiş herkesi açık havaya çıkarak egzersiz yapmaya teşvik eden, genç yaşta kansere yakalanan atlet Gemma Hillier Moses’ın kurduğu 5K YOUR WAY Move Against Cancer’dir.
Okur lütfen beni yanlış anlamasın, bunları böbürlenmek için anlatmıyorum. Hiçbir para ya da benzeri maddi bir karşılık olmadan, sadece zaman vererek, insanın kendini aşan bir amaç için önemli bir dayanışmanın parçası olmasının vermiş olduğu yürek kabartısını kelimelerle tarif etmem mümkün değil. Benim gibi fukara bir göçmenin, boyunu fazlasıyla aşan bu işlerde olması bir yerlerde bir kişiye bile umut olup, ilham verebilirse inanın bu hayatta benden mutlusu yok!
Yaşadıklarımın dünyanın en kötü, en acı ve en dayanılmaz tecrübesi olduğunu iddia edemem. Parmağımız küçücük kesilse acır. Damdan düştüğümde bir el aramıştım, oysa bir el ararken bin el buldum. Bin koca yürek… Hepsi bu!
Alim Erginoğlu'nu LinkedIn hesabından takip edebilir, iletişime geçebilirsiniz.
Alim Erginoğlu LinkedIn hesabı için link: https://www.linkedin.com/in/alim-erginoglu-19006a5/