Avusturya’nın başkenti Viyana’da 13 yıldan fazla bir süredir klinik psikolog olakak çalışan Nilgül Şahinli Mayregg, göçmen ailelerle ilgili deneyimlerini Turkish Global Society ile paylaştı.
Viyana’da klinik psikolog olarak çalışan Nilgül Şahinli Mayregg, öğrenim hayatına İstanbul Moda İlkokulu’nda başlar, ardından Avusturya Lisesi’ne devam eder. Liseyi bitirdikten sonra da Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne girer. Fakat aslında Viyana'ya gitmek istiyordur: “Bunun için babamı ikna etmem gerekiyordu ve bunu başardıktan sonra Viyana Üniversitesi’nde psikoloji okumaya başladım. Çünkü daha 13 yaşımda Freud'un ülkesinde psikoloji okumayı kafama koymuştum. 2008’de klinik psikolog oldum ve 2009’dan bu yana Avusturya Sağlık Bakanlığı klinik psikologlar listesindeyim.”
Viyana’ya yerleştiğiniz dönemlerde ne tür sıkıntılar yaşadınız?
O zamanlar öğrencilere çalışma izni verilmiyordu. Dolayısıyla hep kaçak işler yaptım. Temizliğe gitmekten tutun da köpek gezdirmeye kadar… Babam da destek oldu ama yine de ona olabildiğince az yük olmaya çalıştığım için maddi anlamda çok zordu. Sosyal anlamda da şundan zordu. Üniversiteye girdiğinizde insanların arkadaş grupları zaten oluşmuş oluyor. Şu anda çok iyi bir sosyal çevrem var fakat ilk 2-3 sene o bağları kurana kadar epey yalnızlık çektim.
Göçmen ailelerde en çok gözlemlediğim sistematik sıkıntı ; devlet kurumlarına güvensizlik
ve korkuyla yaklaşmaları.
Göçmen hastalar açısından sizin de çeşitli
zorluklar yaşamış bir göçmen
olmanız nasıl bir fark yaratıyor?
Bir güven ortamı oluşturduğunu söyleyebilirim. Anadilde konuşabilmek insanları çok rahatlatıyor. Yabancı dillerimiz ne kadar iyi olursa olsun terapide anadilin yerini tutmuyor. Bazen çok soyut şeylerden bahsediyoruz çünkü. Duyguların dilde çok farklı ifade ediliş biçimleri var. Muayenehaneye ilk başladığımda neredeyse yüzde 90 Türkçe konuşan çocuklar ve ailelerle çalışıyordum. Şu anda başka göçmen aileler ve Avusturyalı çocuklar da geliyor.
Hangi sorunlarla size başvuruyorlar?
Genellikle ebeveynlere yuvadan, anaokulundan veya ilkokuldan bir geri bildirim geliyor, ‘çocuğunuzun gelişiminde bir sıkıntı olabilir’ gibi. Çıkan sonuçlar çok farklı. Hani otizm spektrumundan tutun da dikkat bozukluğu, endişe bozukluğu, işte seçici konuşmazlık vs. Göçmen ailelerin genel sıkıntısı birazcık dil bilmemek… Biraz da yol yordam gösterilmediğinden şikayet ediyorlar. Aslında Avusturya'da, Viyana'da özellikle belediyenin ana dilde verdiği birçok enformasyon oluyor. Türkçe veya işte Boşnakça, Sırpça broşürler vs. Yani ana dilde bilgi vermeye aslında çok özen gösteriyorlar. Fakat bir şekilde insanlar bu bilgilere genellikle ulaşamıyorlar. Benim göçmen ailelerde en çok gözlemlediğim sistematik sıkıntı bir de şu; devlet kurumlarına güvensizlik ve korkuyla yaklaşıyorlar. En ufak bir şeyde çocuğumuzu elimizden alırlar korkusu yaşıyorlar. O güvensizlik ve korku kalıcı olduğunda bu sefer çocukların eğitim hayatına da yansıyor. Bu konuda haksız da değiller. Avusturya çok da düzgün bir entegrasyon politikası uygulayamadı ve var olan yabancı düşmanlığı korku ve endişeleri de besleniyor.
Geçmişte Türkiye’den göç etmiş aileler özelinde ne tür gözlemleriniz var?
Yaklaşık 21 yıldır buradaki Türk toplumunun bir parçasıyım. Çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi kendi içinde kapalı bir toplum. Avusturya'nın zaten şöyle bir sıkıntısı var. Avusturya'da eğitim seviyesi maalesef ailesel miras yani babası ortaokul mezunu olan bir çocuğun ortaokul mezunu seviyesinin üzerine çıkabilmesi genellikle mümkün olmuyor. Bence okul çağında sıkıntılar kültürler çatışmaya başladığında ortaya çıkıyor. İşte biz Müslümanız ya da başka bir inanca sahibiz, sana okulda öğretilenler yanlış dediğimiz zaman çocukları ikileme sokmuş oluyoruz. Çocukların o zaman kafaları karışmaya başlıyor ve bir takım belki negatif duygular çıkmaya başlıyor. Burada hâlâ 15 yaşındaki kuzenini köyden getirtip evlendirmek, 30 metrekare bir eve kapatıp Almanca öğrenmesini yasaklamak vs var.
Bağlanma ve aidiyet sorunu göçmenliğin bir parçası
Bütün çocukların sabit ve fırtınadan korunabilecekleri bir limana ihtiyacı var. Eğer siz anne veya baba veya ebeveyn veya bakım veren olarak bu limanı sağlayabiliyorsanız hangi kültürde çocuk yetiştirdiğinizin çok da önemi yok. Ama tabii ki belli bir yaştan sonra yaşıt arkadaş grupları aileden daha önemli olmaya başlıyor. O noktada çocukların korku ve kaygılarını dile getirmesine izin vermek çok önemli. Klişe gibi görünse de pozitif odaklı, çocuk neyi becerebiliyor, yeteneği nerede, iyi özellikleri neler… Bunlara odaklanarak yaklaşmak mühim. Mesela çocuk 10 dakikadır oturmuş süper bir şekilde ödevini yapıyor, bir tane yazım hatası yapmış, hemen bak burada hata yapmışsın dememek lazım. Çocukların duygularını yaşamasına izin vermek de bence çocuklara öğretebileceğimiz en güçlü şeylerden bir tanesi. Öfke olmamalı, üzüntü olmamalı, ağlamamalısın, kızmamalısın dediğinizde ileride yetişkin olarak duygularla başa çıkmakta çok zorlanacaktır.
Annelik sizi değiştirdi mi?
Kesinlike değiştirdi. Kızlarım sayesinde duygu dünyam çok genişledi ve zenginleşti.
Kötü manadaysa biraz daha endişeli bir insan oldum.
Not: Bu içeriğin orijinalini ve derginin tamamını https://lnkd.in/ePwkqJpz bağlantısından isim-soyisim bilgilerinizi linke girerek görüntüleyebilir ve çevrenizle paylaşabilirsiniz.