Lüksemburg Fikri Haklar Enstitüsü, AB projeleri yöneticisi Onur Emül:
Akşam erkenden kapanan dükkanlar, 90 km yol yaparak tüm ülkeyi gezebilmek, kış aylarında sürekli yağmurlu bir hava, şehir merkezindeki evimin karşısında otlayan inekler ve geniş yeşil alanlardan oluşan bu yeni ve hayli pastoral hayata alışmak zaman aldı.
Lüksemburg’a uzanan yolculuğunuzun öncesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında hikayemin başlangıcının, dönemimin Ankaralı çocuklarıyla paralel olduğunu düşünüyorum. Öğretmen bir anne ve eczacı bir babanın çocuğu olarak Ankara'da doğdum. Bir 1981'li olarak bilgisayar oyunları çağı öncesinde sokakta oynayan son çocuklardan biriyim muhtemelen. Kimya mühendisliği eğitimi aldım ve bizde patent, marka olarak bilinen fikri mülkiyet hukuku alanında çalışmaya başladım. Yaklaşık beş yıl kadar patent ve marka vekili olarak Ankara'da bir firmada çalıştıktan sonra proje yöneticiliği konusunda da tecrübe kazanarak İstanbul'a taşındım ve bir diğer beş yılı aşkın süre boyunca İstanbul Sanayi Odası ve Sabancı kuruluşlarında farklı pozisyonlarda görev yaptım. Bu süre zarfında fikri haklar koordinatörlüğü ve proje yöneticiliği konularında deneyim edindim. Son olarak bir AB Komisyonu projesinin başarıyla tamamlanmasının ardından Brüksel merkezden projenin devamıyla ilgili bir teklif aldım ve hemen ardından Lüksemburg'da görevlendirildim. Burada da sekizinci yılımı doldurdum.
Taşınma kararını ne zaman ve nasıl aldınız?
İlk iş deneyimimden beri yurtdışı firmaların ve onların fikri haklar ve inovasyon projeleriyle ilgili çalışmalar yürütüyorum. Bu, AB proje yöneticiliğiyle birleşince aklımda ve gelecek planımda yurtdışı daha da önemli bir yer edinmeye başlamıştı. Buna karma mı dersiniz, yoksa inanç veya inat mı bilemem, ama gerçekçi olursanız, bazı şeylerin altyapısını oluşturur, tırmalar ve elbette biraz da şans yanınızda olursa, sizden ve amaçlarınızdan tarafa bir rüzgâr esmeye başlıyor. En azından benim için öyle oldu. Bahsettiğim projenin başarıyla sonuçlanması ve daha önceki proje yönetimi deneyimlerim Avrupa Komisyonu ve Brüksel referansları ile de desteklenince yurtdışında çalışma imkânı iyice somutlaşmaya başladı. Tabii işe alım ve mülakat süreci bir hayli uzun ve zorlu da geçti aslında ama bu da beni iyice motive etti ve sonunda kariyerim açısından da daha uygun olduğunu düşünerek yurtdışı teklifini değerlendirme kararını verdim. Doğrusu Gezi sonrası Türkiye'nin durumu da benim bu kararı almamda kolaylık sağladı demek çok da yanlış olmaz.
Başka bir ülkede hayat kurmak sizin için nasıl bir süreçti? Zorlukları nelerdi?
Pek çok arkadaşım artık Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa gibi ülkelerde yaşıyor. Ancak galiba bu ülkelerle kıyaslayınca Lüksemburg’un durumu biraz farklı. Bunun en önemli nedenlerinden biri de küçük bir ülke olması. Evet, son birkaç senede Lüksemburg, nüfustan sosyal olanaklara kadar her anlamda ciddi oranda gelişti ama sekiz sene önce ben geldiğimde yaklaşık 500 bin olan ülkenin toplam nüfusu neredeyse benim İstanbul'da yaşadığım Kadıköy kadardı. Düşünün, 90 km yol yaparsanız tüm ülkeyi baştan başa kat etmiş oluyorsunuz. İstanbul’u bırakın Türkiye'nin ortalama bir şehrinde yaşayan biri için bile tahayyülü zor. Ancak bu zorluk, sadece rakamlardan ibaret de değil. Örneğin 2015 yılında ilk geldiğimde akşam 19.00'dan sonra açık market dahi bulmakta zorlanıyor, pazar günleri değil mağazaya, açık restorana bile kolaylıkla rastlanamıyordu. Dolayısıyla ailenden ve sevdiklerinden ayrı olmanın yanında bu hayat tarzına alışmak, “Alışırım ne olacak!” diyen beni bile önceleri çok zorladı. Her yerde insan arıyordum; boş sokaklar, ıssız pazar günleri, özellikle kış aylarında kapalı ve sürekli yağmurlu bir hava, neredeyse şehir merkezinde olmasına rağmen evimin karşısında otlayan inekler ve geniş yeşil alanlardan oluşan bu yeni ve hayli pastoral hayata alışmak, hele ki Ankara ve İstanbul’un ardından, biraz zaman aldı mı, evet aldı. Ama son beş yılda her şey, hava durumu ve inekler aynı kalsa da ülke sosyal anlamda çok gelişti, nüfus ve olanaklar dramatik şekilde ilerleme gösterdi. Elbette hala boyutlar Türkiye ile karşılaştırılamayacak durumda ama siz de kendi dünyanızın boyutlarını yavaş yavaş bu dünyaya uyarlıyorsunuz ve bir süre sonra da ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamadan kendinizi adapte olmuş buluyorsunuz.
Kariyeriniz Lüksemburg'da yön değiştirdi mi? Şimdi neler yapıyorsunuz?
Anlattığım gibi fikri haklar ve proje yöneticiliği üzerine çalıştım Türkiye'de. Burada da bu alanda ilerliyorum. Elbette proje kapsamları, iş tanımları genişledi ama kariyer yolculuğu anlamında radikal bir değişim olmadı diyebilirim. Özel statüde ama tepe yönetiminde Lüksemburg hükümetine bağlı bir kurum olan Lüksemburg Fikri Haklar Enstitüsü'nde (Institut de la Propriété Intellectuelle Luxembourg-IPIL) uluslararası işbirliklerine ilişkin AB projeleri yöneticiliği yapıyorum ve bu kapsamda, fikri haklar stratejilerinin kurgulanması ve desteklenmesi konularında eğitimler veriyorum.
"Tanrı'yı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset"
İşinizle ilgili hedeflerinizden ve gelecek planlarınızdan söz edebilir misiniz?
Proje yöneticiliği ve fikri haklar sevdiğim alanlar zira hem mühendislik gibi teknik nosyonumu hem de sosyal ve hukuki alandaki deneyimlerimi kullanabiliyorum. Artık alıştığım Lüksemburg mu olur, yoksa başka bir ülke, başka bir kültür mü olur bilmiyorum ama bu konularda ve fikri mülkiyet stratejileri sahasında çalışmaya devam etmeyi düşünüyorum. Fikri haklar aslında çok geniş bir alan. Buradaki yetkinlikler iletişim gibi daha sosyal konular olmak üzere farklı şekillerde de kullanabilir. Yaşım hala genç diyelim; Lüksemburg’un küçük olmasının ve ekonomik stabilitesinin de avantajı ile kariyer alanında geçişler yapmaya da müsait. Hani şu bilinen Yiddiş sözü gibi; “Tanrı'yı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset”. Tamam, biliyorum, bir proje yöneticisine de hiç yakışmadı bu söz.
Not: Bu içeriğin orijinalini ve derginin tamamını aşağıdaki bağlantıdan PDF olarak görüntüleyebilir veya bilgisayarınıza indirebilirsiniz. https://www.linkingbridge.net/blog