Farklı bir ülkede ve kültürde çocuk yetiştirmenin hem zorluklar hem de fırsatlar sunduğuna vurgu yapan Evren Morgül, her ailenin dinamiğinin farklı olduğunu ve yaşanan tüm zorlukların üstesinden gelmenin aileyi daha da güçlendirdiğini söylüyor.
İlk lisans eğitimini bilgisayar mühendisliği üzerine yapan ancak zamanla hafıza ve psikoloji konularına merak salarak branş değiştiren ve psikoloji alanında uzmanlaşan Dr. Evren Morgül sekiz yıldır İngiltere’de çocuk ve ergen psikoloğu olarak hem bireysel terapi seansları yürütüyor hem de üniversitede araştırmacı olarak çalışıyor. Bunun yanı sıra kişisel web sitesi aracılığıyla çocuk psikolojisi hakkında bilgiler paylaşan, sosyal medya hesabında da ebeveynlik süreçlerini yorumlayan Morgül, ebeveynliğin engebelerle dolu bir süreç olduğuna dikkat çekiyor. Farklı bir ülkede ve kültürde çocuk yetiştirmenin hem zorluklar hem de fırsatlar sunduğuna vurgu yapan Morgül, her ailenin dinamiğinin farklı olduğunu ve yaşanan tüm zorlukların üstesinden gelmenin aileyi daha da güçlendirdiğini söylüyor.
Bilgisayar mühendisliğiyle başlayan meslek yolculuğunuzun çocuk ve ergen psikologluğuna dönüşmesi nasıl oldu?
İstanbul Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra, insan zihni, hafıza ve psikoloji konularına duyduğum merakla Boğaziçi Üniversitesi’nde “Yapay Zeka ve İnsan Zihninin Modellenmesi” alanında yüksek lisans yaptım. Bu alanı çok sevdim ve ardından bilgisayar bilimleri ve psikoloji alanında disiplinler arası çalışmalar yürüterek psikoloji lisans eğitimi aldım. Devamında ise King’s College London’da ‘Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı’ programında yüksek lisans yaparak ‘Çocuk ve Ergen Psikoloğu’ unvanı aldım. Bir konuyu derinlemesine araştırmayı hep sevdiğim için çalışmalarıma devam ettim ve Roehampton Üniversitesi Psikoloji Anabilim Dalı’nda doktoramı tamamladım. Halen bu üniversitede çocuk, ebeveyn ve aile ruh sağlığı konusunda araştırmacı olarak çalışıyorum.
Türkiye’den İngiltere’ye taşınma kararınız da eğitiminiz için miydi öyleyse?
Bu kararımız hem profesyonel hem de kişisel nedenlerle şekillendi. Mesleki açıdan, İngiltere'deki akademik ve klinik ortamlar, çocuk ve ergen psikolojisi alanında daha fazla ilerleme fırsatı sunuyordu. Aynı zamanda bu taşınma, farklı kültürel perspektiflerden öğrenme ve bu yeni deneyimleri terapi pratiğime entegre etme şansı verdi. Kişisel olarak ise farklı bir ülkede yaşama ve çalışma deneyimi, hem bana hem de aileme yeni başlangıçlar ve geniş bir bakış açısı sunma fırsatıydı. Bu nedenlerle, bu büyük adımı atmaya karar verdik ve son sekiz yıldır İngiltere'de yaşıyoruz.
Çok kültürlü büyümek açık ve esnek bir bakış açısı kazandırıyor
Hem dört çocuk annesi hem de bir uzman olarak farklı kültürde çocuk yetiştirmenin nasıl etkilerini görüyorsunuz?
Farklı bir ülkede ve kültürde çocuk yetiştirmek, hem zorluklar hem de fırsatlar sunuyor. Bir ruh sağlığı uzmanı ve anne olarak gördüğüm en büyük avantaj, çocuklarımın çok kültürlü bir ortamda büyüyor olması. Bu durum, onlara daha açık ve esnek bir bakış açısı kazandırıyor. Ayrıca yurtdışında yaşarken çocuklar farklı dil ve kültürleri öğrenerek, farklı insanlarla etkileşimde bulunma konusunda daha yetenekli hale geliyorlar. Dezavantajlar açısından ise öz kültürümüzden uzakta olmanın getirdiği zorluklar var. Örneğin, çocuklarımın kendi kökleri ve geniş aile bağlarından uzak büyümeleri, bazen süreci karmaşıklaştırabiliyor. Ayrıca, yeni bir ülkede eğitim sistemine ve sosyal normlara uyum sağlama süreci de başlangıçta oldukça zorlayıcıydı. Her ailenin göç dinamiği farklı tabi ama benzer zorlukları yaşayan çok sayıda Türk aile olduğunu biliyorum. Bu zorlukların üstesinden gelmek, aileyi güçlendiriyor ve çocukların geniş perspektiflerle yetişmelerine olanak sağlıyor. Bu deneyim, onların kişisel ve akademik gelişimlerine de katkıda bulunuyor.
Peki yaşadığınız şehir Londra'da çocuk yetiştirmek daha mı kolay sizce?
Londra, çocuklar ve gençler için son derece dinamik ve fırsatlarla dolu bir şehir. Eğitim sistemleri kapsamlı ve çok çeşitli programlar sunarak her çocuğun yeteneklerini geliştirebilmesine olanak tanıyor. Ayrıca çok sayıdaki müze, sanat galerisi, park ve etkinlik, çocukların entelektüel ve sosyal olarak gelişimlerine katkıda bulunuyor. Ancak şehirde yaşamanın getirdiği bazı zorluklar da var. Örneğin, yüksek yaşam maliyeti ve yoğun nüfus, ekonomik ve sosyal baskı yaratabiliyor..
İngiltere'de pek çok kültürdeki ebeveynleri gözlemlediğinizde Türk ebeveynlerle kültürel olarak çocuk yetiştirmek anlamında ne farklılıklar gözlemliyorsunuz?
Türk ebeveynler genellikle çocuk yetiştirme yaklaşımlarında daha koruyucu ve aile bağlarını ön planda tutan bir tutum sergilerken, diğer kültürlerde bu durum daha bağımsız ve çocuğun kendi kararlarını erken yaşta almasına izin veren bir yapıda olabiliyor. Türk ebeveynler olarak kollektivist kültürün bir parçasıyız ve bu nedenle çocuklarımızı toplumsal değerlere bağlı olarak ve biraz da müdahaleci şekilde büyütüyoruz. Ancak bazen bu koruyucu tutum, çocukların bireysel yeteneklerini keşfetmeleri ve kendi başlarına karar verme yetilerini geliştirmeleri önünde engel teşkil edebiliyor. Bu, özellikle bağımsızlık ve öz yeterlilik becerilerinin teşvik edildiği Batı kültürlerinde adaptasyon zorluklarına da yol açabiliyor.
Bu ebeveynler aynı zamanda çocuklarının yalnızlık içinde büyümesinden şikayet ediyorlar. Bu yalnızlık hissini aşmak için neler önerirsiniz?
Türk ebeveynler iki kültür arasındaki dengeyi kurarken, çocuklarına hem Türk kültürünün zengin değerlerini aktarırken hem de onların bağımsızlık kazanmalarını destekleyecek şekilde yönlendirebilirler. Bu dengeyi sağlamak için aile içi iletişim çok önemli; çocuklarla açık diyaloglar kurarak onların fikirlerini dinlemek ve onlara güvenmek, kültürel entegrasyon sürecinde büyük önem taşıyor. Her ailenin yapısı ve dinamiği farklı. Yerel veya kültürel topluluklara katılmak sosyal destek sağlıyor ve benzer deneyimler yaşayan diğer ailelerle bağlantı kurmayı kolaylaştırıyor. Aileler için düzenli sosyal etkinlikler ve çocukların ilgi alanlarına yönelik gruplara katılım da önemli. Ayrıca, yerel kurumlarda gönüllü çalışmalar ve yeni ülkenin dilini öğrenmek de topluma entegrasyonu destekliyor. Yoğun yalnızlık hissi durumunda profesyonel yardım almak da göz ardı edilmemeli.
Yanıt vermek değil dinlemek önemli
Günümüzde sosyal medyanın da etkisiyle mükemmel ebeveynlik kavramı pompalanıyor. Mükemmel ebeveynlik mümkün müdür sizce?
Gerçekte mükemmel ebeveynlik diye bir şey mümkün değil elbet; her ebeveyn ve her çocuk farklıdır ve her aile kendine özgü bir iç yapıya sahiptir. Psikanalist Dr. Winnicott’un buradaki tanımı bize yol gösterici olabilir; “Önemli olan kusursuz değil, yeterince iyi ebeveyn olmaktır” der. Yeterince iyi bir ebeveyn olmak için de ilk adım çocuklarımıza karşı anlayışlı ve destekleyici olmaktan geçiyor.
Bu bağlamda ebeveynlere neler önerirsiniz?
Tavsiyem, çocuklarının ihtiyaçlarına odaklanmaları ve sosyal medya tarafından sunulan gerçek dışı standartlardan etkilenmemeye çalışmalarıdır. Çocuklarımızla beraber zaman geçirmek ve onlara değerli hissettirmek iyi ebeveynlik için en önemli adımlardandır. Çocuklarımızı dinleyelim, yanıt vermek için değil, duymak için dinleyelim. Bunu yapabildiğimizde yeterince iyi ebeveynler oluyoruz zaten. Ayrıca kendimize zaman ayırmak da önemli. Ebeveynlik görevlerinin yanı sıra, kişisel gelişim ve hobi gibi aktivitelerle zihinsel sağlığımızı korumamız, hem bizim hem de çocuklarımızın faydasına olacaktır. Erich Fromm’un çok sevdiğim bir sözü var: ‘Bir çocuğa hayatta sevgi, neşe ve mutluluğu en çok yaşatacak şey, kendini seven bir anne tarafından sevilmiş olmaktır.’ Bu çok kıymetli. Zorlandığımızda yardım istemekten de çekinmemeliyiz. ‘Bir çocuğu bir köy büyütür’ sözünü hatırlayalım; yani ebeveynlik bir topluluk işidir ve destek almak bizi daha yetersiz değil, daha iyi bir ebeveyn yapar.
Pandeminin çocuk, ergen ve ailelere etkileri üzerine araştırmalarınız var. Aradan geçen 5 yılın ardından bu salgınla gelen eve kapanma durumunun etkilerini şu anda nasıl görüyoruz?
Yaptığım araştırmalar pandemi sürecinin ve uzun süreli evde kalmanın pek çok psikolojik sonuca yol açtığını ortaya koyuyor. Bu etkileri halen çeşitli şekillerde gözlemlemek mümkün. Çocuklar ve ergenlerde artan anksiyete, depresyon ve yalnızlık hissi gibi duygusal zorluklar sıkça rastlanan sorunlardan. Ayrıca sosyal becerilerin gelişiminde yaşanan aksamalar ve eğitimdeki kesintiler de uzun vadeli etkiler arasında.
Peki bu etkiler kültürel açıdan farklılık gösteriyor mu?
Elbette. Bazı kültürlerde aile bireyleri arasındaki sıkı bağlar, çocukların ve gençlerin pandemi sürecini daha sağlam bir destek sistemi ile atlatmalarına yardımcı oldu. Bireycilik kültürünün daha baskın olduğu toplumlarda ise, bireyler yalnızlık ve izolasyon hissini daha yoğun yaşadı. Pandemi sonrasında, çocukların ve gençlerin ruh sağlığını desteklemek ve sosyal becerilerini yeniden kazanmalarına yardımcı olmak için müdahalelerde bulunmak gerekiyor. Bu süreçte, kültürel değerleri ve farklılıkları göz önünde bulundurarak yapılandırılmış programlar ve terapiler, iyileşme sürecini destekleyici olabilir. Ebeveynlere ve eğitimcilere düşen görev, çocukların ve gençlerin bu geçiş dönemini mümkün olduğunca sağlıklı atlatmaları için gereken desteği sağlamaktır.
Pandemideki izolasyon gençlerin ruh sağlığını etkiledi
Son yıllarda yaptığınız araştırmalarda çocuk ve ergenlerde en çok hangi sorunların artış gösterdiğini gözlemliyorsunuz?
Özellikle anksiyete, depresyon ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi sorunların artış gösteriyor. Bu artışın birden fazla nedeni var aslında. Dijitalleşmenin getirdiği sürekli bağlantı hali ve sosyal medyanın etkisi gençlerin zihinsel sağlıklarını olumsuz etkiliyor. İkincisi ise günümüzde çocukların ve ergenlerin karşılaştıkları akademik ve sosyal baskılar giderek artıyor. Üçüncüsü ise pandemi sırasında yaşanan izolasyon ve eğitimdeki kesintiler, gençlerin ruh sağlığı üzerinde derin etkiler bıraktı. Bu sorunların artışını azaltmak için ebeveynler ve eğitimcilerin gençlerin duygusal ihtiyaçlarını anlamaları ve onlara destek olmaları gerekiyor. Gençlerin isteklerinden çok ihtiyaçlarına odaklanmalıyız. Ayrıca çocukların dijital dünya ile sağlıklı bir ilişki kurmalarını teşvik etmek ve onlara yönelik ruh sağlığı hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması da önem taşıyor.
Ebeveynlik engebelerle dolu bir süreç
Sizin çocuklarınızla bir gününüz nasıl geçiyor?
Dört çocuğum var; üçüzler ve bir de ufaklık. Çocuklarımın üçüz olması ve ergenlik döneminde olmaları, günlük yaşamımızı oldukça hareketli ve dinamik kılıyor. Onlarla beraber geçirdiğim zaman içinde iletişimimizi güçlü tutmaya önem veriyorum. Hepsi okul çağında oldukları için bizim evde gün erken başlıyor. Sabahları kahvaltı yaparlarken onlarla olmayı seviyorum. Bu sayede çocukların gün içindeki planları, hisleri veya endişeleri hakkında konuşmak, güne başlarken onları desteklediğimi hissettirmeme yardımcı oluyor; tabii eğer konuşurlarsa… Ergenler bazen pek konuşkan olmayabiliyor. O zamanlarda da beraber susuyoruz, ki bunun da ayrıca kıymetli olduğuna inanıyorum. Ergenlerin bağımsızlık ihtiyacını anlayarak, onlara kendi seçimlerini yapma özgürlüğü vermeye çalışıyorum. Ayrıca, günlük sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda da elimden geldiğince teşvik ediyorum. Bu, ev işleri paylaşımı ya da kendi özel alanlarını düzenlemeleri gibi basit görevler olabiliyor. Ayrıca akşam yemeklerini birlikte yemeyi ve günün nasıl geçtiğini konuşmayı da öncelikliyorum. Bir de ufak oğlum var. Evde ilişki dengesini ayarlamak benim için zorlu. Ufaklığın abla ve ağabeylerle olan ilişkisini düzenlemek bazen çok fazla çaba gerektiriyor. Onunla da ayrıca onun yaşına ve ilgi alanlarına uygun şekilde zaman geçirmeye çabalıyorum. Bu, birlikte film izlemek, spor yapmak, ya da onun hobileriyle ilgilenmek olabiliyor. Ebeveynlik engebelerle dolu bir süreç, bu yüzden de hem kendimize hem çocuklarımıza zaman ayırmak önemli. Umarım hepimiz bu yolculukta güç bulur, her zorluğu sevgiyle ve sabırla aşarız.