top of page

Dünya Markaları Yaratma Zamanı!


Türkiye zengin, üretken ve dünyaya ilham verecek değerlere sahip bir ülke. Ancak bu potansiyel, strateji ve uzun vadeli vizyonla desteklenmediği sürece hak ettiği küresel marka gücüne ulaşamıyor. Artık sadece üretmenin değil, kendi hikâyemizi dünyaya kendi adımızla anlatmanın zamanı.


20 yılı aşkın zamandır, strateji ve marka mühendisliği şirketi Ancreva olarak, Türk markalarının büyümesi ve dünya sahnesinde güçlenmesi adına çalışıyoruz. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Türkiye'nin markalaşma yolculuğunda eksikleri var, evet. Ama fazlası çok daha fazla. Bu fazlalıklar, doğru stratejiyle birleşirse dünya markaları çıkarmamız işten bile değil. 


Türkiye zengin bir ülke. Hatta, coğrafyası, tarihi, denizi, kumu ve güneşi ile asla fakir olmayacak kadar zengin bir ülke. Üretiyor, satıyor, dünya pazarlarında güçlü bir oyuncu olarak yer alıyor. Dünyanın dört bir yanında zehir gibi başarılı beyinlere, bizim tabirimizle kıvılcımlara sahip, birçok ilki hayata geçirmiş güçlü bir ülke. Ancak bir gerçek var ki artık göz ardı edilemez: Türkiye’nin küresel ölçekte daha fazla markaya ihtiyacı var. 


Gerçeklerle yüzleşelim


Markalaşma, bir ürünün ya da hizmetin sadece ne olduğu değil, ne hissettirdiği, nasıl bir değer taşıdığı ve neden tercih edildiğiyle ilgilidir. Strateji ile başlar, farklılaşma ile güçlenir, tutarlı iletişimle kalıcı hâle gelir. Markalaşmak, yalnızca görünür olmak değil, hatırlanır ve önerilir olmaktır.


2024 yılı itibarıyla, dünyanın en değerli 500 markası arasında tek bir Türk markası bile yer almıyor. En değerli 125 Türk markasının toplam değeri yalnızca 14,7 milyar dolar. Büyük bir rakam gibi gözükebilir ama bir tavuk zinciri markası, tek başına Türkiye’nin 125 büyük markası ile eş değerde. 


Türkiye GSYİH’sının yalnızca yüzde 1,4’ünü AR-GE’ye ayırıyor. Bu oran Güney Kore’de yüzde 4’e yakın. İhracatta kilogram başı gelirimiz 1,48 dolar. Almanya 3,78 dolar, Japonya ise 4 dolara yakın bir ortalamaya sahip. Turizmde lider ülkelerden biriyiz; ancak kişi başı turist geliri sadece 800 dolar civarında. Bu rakam İspanya ve İngiltere’de çok daha yüksek.


Bu veriler Türkiye’nin üretmediğini değil, değer yaratamadığını gösteriyor. Biz satıyoruz, hem de iyi satıyoruz. Ama sürekli kısa vadeli sonuçların peşindeyiz. Yarın milyarder olma dürtüsü, kısa vadeli kaygılar ve ekonomik belirsizlikler, bizi markalaşma gibi uzun vadeli yatırımlardan uzak tutuyor. Oysa kalıcı değerler, sabırla ve stratejiyle inşa edilir. Hiçbir marka kâr edelim diye doğmadı, hepsi değer yaratmak, farklı ve en iyisi olmak için doğdu. Bizim de Türkiye’den güçlü markalar çıkartma vizyonumuz, İstanbul’un yanı sıra Londra ve Hamburg’da ofisler açmamız ve bu işe büyük bir gönülle sarılmamızın tam da gerekçesi bu.


 

Yeterli Malzememiz Var


Tüm bu eksiklere rağmen Türkiye’nin güçlü bir markalaşma potansiyeli var. Üstelik yalnızca ekonomik değil, kültürel ve duygusal boyutlarıyla da. Hepsini burada yazamam ama bazı heyecan veren örnekleri anlatayım; 

Fındık, incir, kiraz üretiminde dünya lideriyiz. Zeytin ve üzüm gibi katma değer yaratacak ürünlerde, dünyada ilk 5’teyiz, muhteşem farklar yaratabiliriz. Dizilerimiz her gün 400 milyon kişi tarafından izleniyor. Bu muazzam bir kültür tanıtma aracı. Sağlık turizminde lider ülkeler arasındayız. Antalya ve Bodrum’a sağlık nedeniyle gelen turistler hızla artıyor. Gastronomi, tek başına bile Türkiye’ye âşık olmak için bir gerekçe. Halı ve havlu gibi ürünler bizimle anılıyor dünyada. Sosyal medya fenomenlerimiz yüz milyonlarca kişiye ulaşıyor.


Artık tüm bu değerleri dünyaya anlatacak bir “marka dili” oluşturmalıyız. Üretimimiz var, içeriğimiz var, ama vizyoner bir çatı, güçlü bir marka stratejimiz eksik. Bu değerlerden çıkmış, dünyaca tanınan bir markamız ne yazık ki yok. 


İşin güzel yanı şu: Artık dünya markası olmak, yalnızca büyük bütçelere sahip şirketlerin tekelinde değil. Yapay zeka, sosyal medya, dijital pazarlama, içerik üretimi, veri analitiği gibi teknolojiler, küçük ölçekli girişimlerin dahi küresel çapta etki yaratmasını sağlıyor. Bu, genç ve dijitale uyumlu nüfusa sahip Türkiye için de tarihi bir fırsat.


Üstelik devlet destekleri de her geçen gün gelişiyor. Turquality, AR-GE ve ihracat destekleri, markalaşma süreçlerini daha erişilebilir kılıyor. Girişimciler, tasarımcılar, sanatçılar ve içerik üreticileri artık dünya ile doğrudan rekabet edebilecek araçlara sahip.


Güney Kore ve Polonya: Öğreneceğimiz çok şey var 


Bazı ülkeler bu dönüşümü çoktan başardı. Güney Kore, Samsung ve Hyundai gibi markaların yanında, K-pop ve sinema yoluyla kültürel ihracatla da global bir imaj yarattı. Polonya, yazılım ve oyun sektöründe (örneğin CD Projekt Red) sessiz ama etkili bir markalaşma süreci yürüttü.

Bizim ise çok daha güçlü bir hikâyemiz var. Anadolu’nun çok katmanlı kültürü, Türkiye’nin çok sesli üretim gücü, bu derginin de ana hedef kitlesi, güçlü Türk diasporası ve onun giderek artan etki alanı… Bunlar marka yaratmak için gereken duygusal ve kültürel zemin. Ama bu zemin hâlâ stratejik biçimde işlenmiyor.


Markasız Olmaz: Türkiye’nin 5 Ana Hedefi


Bugün Türkiye’nin dört bir yanında üretim yapan, tasarlayan, dünyaya açılan binlerce vizyoner insan var. Ayrıca dünyanın dört bir yanına dağılmış, farklı ülkelerde eğitim almış, iş dünyasında etkili olmuş büyük bir Türk diasporası mevcut. Eğer bu güç bir araya gelir, uzun vadeli bir stratejiyle hareket ederse Türkiye küresel markalar çıkarabilir. Ve bu markalar sadece ürün değil, Türkiye’nin değerlerini, kültürünü ve vizyonunu temsil eder.

Peki nasıl bir hedef koyalım. 2021 yılında “Türkiye marka ofisi“ adıyla hazırladığımız vizyon raporunda hedefler belirlemiştik. Güncellediğimiz 5 ana hedef şu şekilde olabilir. 


  1. 10 yıl içinde dünyanın en değerli ilk 500 markası arasına en az 10 Türk markası sokmak.

  2. İhracattaki ithal girdi oranını yüzde 20’den yüzde 10’a düşürerek Türkiye’yi sadece üreten değil, özgün tasarlayan bir ülkeye dönüştürmek.

  3. Her yıl yurt dışına giden 250 bin yetenekli bireyi geri kazanmak, güce çevirmek ve insan sermayemizi güçlendirmek.

  4. Her sene en az 1 milyar dolar değerlemeye ulaşan bir Türk girişiminin çıkmasını sağlamak.

  5. Türkiye’ye gelen ziyaretçilerin deneyim kalitesini artırarak turist başı geliri bin 500 dolar seviyesine çıkarmak.


Türkiye’de Gelecek Markalarıyla Gelecek


Türkiye artık sadece üretmek ve satmakla yetinmemeli. Kendi hikâyesini kendi adıyla duyurmanın zamanı geldi. Devlet destekleri, teknolojik olanaklar ve kültürel zenginlik artık bizi hazır hâle getirdi. O hâlde çağrımız net: ‘Türkiye’de Gelecek Markalarıyla Gelecek’ ve o markalar bu topraklardan çıkacak.


Ömürden Sezgin'i ve çalışmalarını LinkedIn hesabından takip edebilirsiniz;



bottom of page